Facebook’ta
yeni doğmuş bir bebek fotoğrafı. Bir baba, kendi hesabı üzerinden dünyaya
geleli daha birkaç saat olmuş bebeğinin fotoğraflarını paylaşıyor. Sosyal medya
üzerinden arkadaş olduğu yüzlerce kişi, aynı anda fotoğrafı beğenerek altına
yorumlar yazıyor. Nazara inanan bir toplum olmamıza rağmen binlerce çift gözün,
aynı anda yeni doğmuş bir bebeğin fotoğrafına doğru bakmasına izin
verebiliyoruz her nasılsa. Şimdi de YouTube’a yüklenen iki İngiliz kardeşin
videosunu hatırlayalım. Abi beş-altı, kardeş ise en fazla iki yaşlarında.
Ebeveynlerinin bu iki kardeşi kamerayla çektiği elli saniyelik video, dünya
çapında beş yüz milyonu geçkin bir izleyici kitlesine ulaşıyor. Düşünebiliyor
musunuz? Beş yüz milyon çift göz!
Örnekleri
çoğaltmak mümkün. Hamileliğin başlangıcından bebeğin doğumuna kadar yaşananları
görüntülü bir şekilde bloglar ve sosyal medya üzerinden aktaranlar, çok ama çok
küçük yaştaki çocukları televizyon programlarında umarsızca kullananlar,
üstelik bunu ailelerinin izniyle yapanlar ve daha niceleri! Hiç şüphesiz
teknoloji hayatımıza günbegün daha fazla sirayet ediyor. Bu haşır neşirlik
sonucunda çeşit çeşit tartışma konuları ve problemlerle karşı karşıya
kalabiliyoruz. Mahremiyet mevzuu bu tartışmalardan biri. İnançlar ve
kültürel farklılıklar, özel yaşam ve mahremiyet üzerinde hiç şüphesiz önemli
bir etkiye sahip. Fakat içinde bulunduğumuz çağ, mahremiyet kavramının sahip
olduğu anlamın içini boşaltıyor. Mahremiyet ve teşhir arasındaki ilişki
çerçevesinde ise aklımıza şu soru geliyor: “Anne-babaların çocukları üzerinde,
onları görsel birer metaya dönüştürme hakları meşru mudur?”
Şunu da belirtelim. Çocuk sahibi olmak, anne-babayı bambaşka bir ruh haline sokar. Sanki o da bir nevi çocuklaşır ve her zaman davrandığından biraz daha farklı davranır. Kendisinin bir parçası gibi gördüğü o muhteşem varlığı herkese göstermek ister. Hepimiz biliriz ki annelerimiz, bıkıp usanmadan bebeklerinden, çocuklarından bahsedip dururlar. “Benim çocuğum çok güzel, çok akıllı ve herkesin çocuğundan farklı.” hissi içinde bebeklerini ballandıra ballandıra anlatırlar. Ebeveynin bebeği ya da çocuğunun şirin hallerini anlatması/paylaşması elbette doğal. Sorun olan, anne-babaların, çocuklarının ilginç hallerini, sadece tanıdık çevre ile sınırlı olmayan belki de binlerce kişinin görebileceği dijital ortama yüklemesi.
Çocukları farkında olmadan görsel bir metaya dönüştürmek
Gözün
hâkimiyetinde olan bir çağda yaşıyoruz. Görünerek var olunabilen ve görerek
tüketilebilen bir dönem, dijital ortamın imkânlarından da ivme alarak
güçleniyor. Sosyolog Nazife Şişman’a göre bu gösteride çocukların kullanılması
ne ifade özgürlüğü üzerinden meşrulaştırılabilir ne de doğal ya da sakıncasız
olanın gösterilmesi gerekçesiyle. Şişman, çocuklarımızın bizlere emanet
olduğunu hatırlatıyor: “Onlar birer birey değilse de anne-babalarının
istedikleri gibi kullanacakları mülkleri de değil. Bu karmaşık durumu emanet
perspektifinden değerlendirecek dinî ve kültürel arka planı olan Müslümanların,
liberal etik yaklaşımın söyleyecek söz bulamadığı bir durumda söyleyeceği çok
şeyler olmalı.”
İşin bir de
psikolojik boyutu var. Aslında konunun biraz narsisizm ile ilgisi söz konusu.
Narsisizmde görünüşte olumlu olan duygulardan çok kendini herkesten farklı
görme, herkesten üstün hissetme, büyüklenme, şişinme vardır. Narsistik kişilik
özelliği, az ya da çok beğenilme ve önemsenme isteğini bireyin zihnine
yerleştirir. Bu da sosyal medyada görünme ve görülme isteğini artırır. Sosyal
medyadaki paylaşımların bir ucu insanî bir davranış iken diğer ucunun
teşhircilik olduğunu belirten Celal Bayar Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Özmen, çocukların fotoğraflarını paylaşmanın da bu
çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Çocuğun fotoğraflarını paylaşmanın
narsistik gereksinimleri karşılama işlevi görebileceğine dikkat çeken Özmen, bu
konuda anne-babalara şu tavsiyede bulunuyor: “Ebeveynler yaşadıklarının ve
yaptıklarının ne anlama geldiğini anlamaya çalışsınlar. Yaşadıkları ve
yaptıkları, bebeğin insanda yarattığı insanî ve hoş duyguların ötesinde kendi
iç gereksinimlerini doyuran amaçlar ve nitelikler taşıyorsa bundan kurtulmaya
çalışmalılar. Bir çocuğa sanki muhteşem bir varlıkmış gibi davranmak onda bu
yönde bir ruhsal yapılanma oluşmasına neden olmanın yanında çocukla ilgili
ciddi hayal kırıklıkları yaşanmasına yol açabilir.”
Çocukların
sosyal ortamlarda ve birçok medya organında görsel bir malzeme olarak
kullanılması, ilk bakışta masum gözükebilir. Uzmanların görüşleri ışığında
belirttiğimiz gibi bu durumun psikolojik ve sosyolojik boyutlarıyla hem
çocuk hem de aile açısından sakıncaları var. Tüm etkileriyle beraber hiç
şüphesiz gelecek dönemlerde bu konu üzerinde daha fazla kafa yorulacağa
benziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder