Hazır
bu hafta bir bizden bir de yurtdışından iki korku filmi vizyona girmişken bir
korku dosyası hazırlayalım dedik. Biz neler'den korkuyoruz, onlar neler'den
korkuyor? Merak edenler, buyurunuz…
Uzun yıllar boyunca Türk
sinemasında korku sektörü oldukça zayıf ve tekdüze bir şekilde
ilerledi. Ta ki 2000'lere kadar. Milenyum çağına girerken korku
filmleri de Türk sinemasında oldukça fazla örnekler vermeye başladı.
Şu anda ise kendi kurallarını ortaya koyan ve bir endüstri olma yolunda hızla
ilerleyen bir sektör var. 2014 yılında tam 10 tane korku filminin
vizyona girmesi ve gişede yakaladığı başarı bunun en büyük göstergesi.
2004 yılında gösterime giren
‘Okul' ve hemen ardından gelen ‘Büyü' filmleriyle birlikte korku sineması
canlanmaya başladı. Asıl yükseliş ise Hasan Karacadağ ve Alper Mestçi'nin
filmleriyle gerçekleşti. 2006'da ‘Dabbe' ile seyirci karşısına çıkan Karacadağ,
aldığı olumlu geri dönüş sonrası 2008'de ‘Semum' ve 2009'da ‘Dabbe 2'
filmleriyle korku sinemasından kopmayacağını gösterdi. Mestçi ise 2007 yılında
çektiği ‘Musallat' filmiyle sinemaseverleri tabiri caizse tırstırmayı başardı.
Aslında Mestçi'nin filmi, Türk korku sinemasının gelecekteki kodlarını da
tahmin etmemizi sağlayan bir filmdi. Dini motiflerin sonuna kadar başarıyla
kullanıldığı film, gelecekte çekilecek korku filmlerine de bir nevi yol
gösteriyordu. Ki filmin devamı olan ‘Musallat 2' 2011'de vizyona girdi. Peki,
bizdeki korku filmleri diğer ülkelerin korku filmlerinden farklı mı? İnsanları
korkutmak için öncelikli malzemeler neler? Biz nelerden korkuyoruz?
Neredeyse yüz yıllık bir korku
sineması geçmişine sahip olan Amerika'yla kıyaslandığında doğal olarak arada
birkaç gömleklik bir farkın olması normal. Teknolojinin sonuna kadar
kullanılması ve efekt kullanımının fazlalığı izleyiciyi daha fazla beyazperdeye
kilitliyor. Burada bütçe devreye giriyor lakin yüksek bütçeli filmlerin
izleyiciyi daha çok korkutacağına ilişkin bir tespit yapmamız da mümkün değil. Geçtiğimiz
yıllarda seri halinde çekilen ‘Paranormal Aktiviteler' filmleri, düşük bütçeli
filmlerin de izleyiciyi korkutabileceğini gösterdi. Hatta ilk filmi 15 bin
dolar gibi komik bir bütçeyle çekilmişti. Gişede yakaladığı hasılat ise 10
milyon doların üzerinde oldu.
Aslında her korku filmi biraz
birbirine benzer, esinlenilen şeyler birbirini anımsatır. On yıllık bir süreçte
Türk korku sinemasının ana damarını dinî motifler oluşturuyor. İslamî ve dinî
unsurlar, cin ve cin çarpma vakaları, büyü, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden yola
çıkarak çekilen filmler, senaryonun gerçek bir olaya dayanması ve kültürel
anlatılar Türk korku sinemasının temel yapıtaşları. Amerikan kült korku
filmleriyle kıyaslandığındaysa yine bir benzerlik ve etkileşim söz konusu.
Gerilimi sağlayan ana unsur biz de genelde cin ve görünmeyen varlıklar olurken
Amerikan filmlerinde cinin yerini şeytan alıyor. Bu esnada şöyle bir soru
sorulabilir, onlarda şeytan bu kadar etkili bir motifken biz de neden değil?
Cevap ise kültürel kodlar ve dinin kendisinde saklı.
Hıristiyanlıkta Tanrı ve
şeytan, birbiriyle sürekli mücadele halinde olan iki varlık. Bu sebeple
yeryüzünde iyinin ve kötünün savaşı daima sürer. İslam'da ise tam tersi bir
durum söz konusu. Şeytan, Allah'ın yarattığı bir varlık ve insanlar için bir
imtihan vesilesi. Bundan dolayı Batı'da olduğu gibi bu topraklarda şeytana
büyük bir güç atfedilmez. Sonuçta o da Allah'ın yarattığı bir varlıktır. Bu
sebeple Türk korku sinemasında Batı'dakinden farklı olarak şeytanın yerini
cinler alır.
Her ülke aslında kendi kültürü,
edebiyatı, dini ve sahip olduğu mistik ögelerden etkilenerek bir korku filmi
geleneğine sahip oluyor. Batı ülkelerinde yıllarca böyleydi, bizde ise yeni
yeni bu motifler beyazperdede kendine yer buluyor. Sahip olunan kültürün beyazperdeye
yansıtılması tamam. Emekleme dönemini artık geride bırakan Türk korku sineması
için asıl sınav ise bundan sonra başlayacak. Ne kadar başarılı yapımlar
izleyeceğiz, bekleyip görelim…
Alper Mestçi: “Korku sineması, yönetmen sinemasıdır”
"Korku, komedi ya da dram fark
etmez, her ülkede kültürel yapı filmlerin tarzını belirliyor. İngiliz komedi
anlayışı bizimkinden ne kadar farklıysa, Fransız korku anlayışı da o kadar
farklı. Bence en önemli faktör atmosfer yaratabilmek. Eğer atmosfer
yaratamıyorsanız ne yaparsanız yapın korkutamazsınız. Seyirci ‘bir ay sonra
bile aklıma gelince ürperdim' diyorsa bu o filmin başarısını gösteriyor. Korku
sineması yönetmen sinemasıdır. Kendi tarzınız yoksa korku filminde başarılı
olmanız çok zor. Biz fantastik şeylerden değil, daha çok inandığımız şeylerden
korkuyoruz. Amerikalı, Türk ya da İspanyol bence hiçbir fark yok.
Onlarca korku filmi yapıldı ve
cinler hepsinde başka bir şekilde anlatıldı. Yani dünya korku sinemasından çok
farklı şeyler yapmıyoruz. Exorcist'de de anlatılan şeytan, Şeytanın Avukatı'nda
da anlatılan şeytan. Fakat iki şeytan arasında büyük fark var. Filmde cin var
diye filmlerin aynı olması gerekmiyor. Bizde Amerika'daki gibi süper kahraman
filmleri tutsa ve yılda 5 süper kahraman filmi çekilse ‘Yine mi süper kahraman
filmi?' diye sormaya başlarız."
Korku sinemasının ilkleri gişede ne yaptı?
Hasan Karacadağ'ın ilk korku
filmi ‘Dabbe' 539 bin, ‘Semum' 334 bin, ‘Dabbe: Bir Cin Vakası' 370 bin ve ‘Dabbe: Zehr-i Cin' 836 bin kişi
tarafından izlendi. Alper Mestçi'nin ‘Musallat'ı ise 301 bin kişiyi
beyazperdeye çekti. Devam filmi olan ‘Musallat 2', 514 bin kişi tarafından
izlendi. Kısacası korku sinemasındaki yükseliş yıllara oranla gişede de devam
etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder