10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yabancılar şeytanla Türkler cinle korkutuyor

Hazır bu hafta bir bizden bir de yurtdışından iki korku filmi vizyona girmişken bir korku dosyası hazırlayalım dedik. Biz neler'den korkuyoruz, onlar neler'den korkuyor? Merak edenler, buyurunuz…


Uzun yıllar boyunca Türk sinemasında korku sektörü oldukça zayıf ve tekdüze bir şekilde ilerledi. Ta ki 2000'lere kadar. Milenyum çağına girerken korku filmleri de Türk sinemasında oldukça fazla örnekler vermeye başladı. Şu anda ise kendi kurallarını ortaya koyan ve bir endüstri olma yolunda hızla ilerleyen bir sektör var. 2014 yılında tam 10 tane korku filminin vizyona girmesi ve gişede yakaladığı başarı bunun en büyük göstergesi.

2004 yılında gösterime giren ‘Okul' ve hemen ardından gelen ‘Büyü' filmleriyle birlikte korku sineması canlanmaya başladı. Asıl yükseliş ise Hasan Karacadağ ve Alper Mestçi'nin filmleriyle gerçekleşti. 2006'da ‘Dabbe' ile seyirci karşısına çıkan Karacadağ, aldığı olumlu geri dönüş sonrası 2008'de ‘Semum' ve 2009'da ‘Dabbe 2' filmleriyle korku sinemasından kopmayacağını gösterdi. Mestçi ise 2007 yılında çektiği ‘Musallat' filmiyle sinemaseverleri tabiri caizse tırstırmayı başardı. Aslında Mestçi'nin filmi, Türk korku sinemasının gelecekteki kodlarını da tahmin etmemizi sağlayan bir filmdi. Dini motiflerin sonuna kadar başarıyla kullanıldığı film, gelecekte çekilecek korku filmlerine de bir nevi yol gösteriyordu. Ki filmin devamı olan ‘Musallat 2' 2011'de vizyona girdi. Peki, bizdeki korku filmleri diğer ülkelerin korku filmlerinden farklı mı? İnsanları korkutmak için öncelikli malzemeler neler? Biz nelerden korkuyoruz?


Neredeyse yüz yıllık bir korku sineması geçmişine sahip olan Amerika'yla kıyaslandığında doğal olarak arada birkaç gömleklik bir farkın olması normal. Teknolojinin sonuna kadar kullanılması ve efekt kullanımının fazlalığı izleyiciyi daha fazla beyazperdeye kilitliyor. Burada bütçe devreye giriyor lakin yüksek bütçeli filmlerin izleyiciyi daha çok korkutacağına ilişkin bir tespit yapmamız da mümkün değil. Geçtiğimiz yıllarda seri halinde çekilen ‘Paranormal Aktiviteler' filmleri, düşük bütçeli filmlerin de izleyiciyi korkutabileceğini gösterdi. Hatta ilk filmi 15 bin dolar gibi komik bir bütçeyle çekilmişti. Gişede yakaladığı hasılat ise 10 milyon doların üzerinde oldu.

Bizde cin, onlarda şeytan

Aslında her korku filmi biraz birbirine benzer, esinlenilen şeyler birbirini anımsatır. On yıllık bir süreçte Türk korku sinemasının ana damarını dinî motifler oluşturuyor. İslamî ve dinî unsurlar, cin ve cin çarpma vakaları, büyü, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden yola çıkarak çekilen filmler, senaryonun gerçek bir olaya dayanması ve kültürel anlatılar Türk korku sinemasının temel yapıtaşları. Amerikan kült korku filmleriyle kıyaslandığındaysa yine bir benzerlik ve etkileşim söz konusu. Gerilimi sağlayan ana unsur biz de genelde cin ve görünmeyen varlıklar olurken Amerikan filmlerinde cinin yerini şeytan alıyor. Bu esnada şöyle bir soru sorulabilir, onlarda şeytan bu kadar etkili bir motifken biz de neden değil? Cevap ise kültürel kodlar ve dinin kendisinde saklı.

Hıristiyanlıkta Tanrı ve şeytan, birbiriyle sürekli mücadele halinde olan iki varlık. Bu sebeple yeryüzünde iyinin ve kötünün savaşı daima sürer. İslam'da ise tam tersi bir durum söz konusu. Şeytan, Allah'ın yarattığı bir varlık ve insanlar için bir imtihan vesilesi. Bundan dolayı Batı'da olduğu gibi bu topraklarda şeytana büyük bir güç atfedilmez. Sonuçta o da Allah'ın yarattığı bir varlıktır. Bu sebeple Türk korku sinemasında Batı'dakinden farklı olarak şeytanın yerini cinler alır.

Her ülke aslında kendi kültürü, edebiyatı, dini ve sahip olduğu mistik ögelerden etkilenerek bir korku filmi geleneğine sahip oluyor. Batı ülkelerinde yıllarca böyleydi, bizde ise yeni yeni bu motifler beyazperdede kendine yer buluyor. Sahip olunan kültürün beyazperdeye yansıtılması tamam. Emekleme dönemini artık geride bırakan Türk korku sineması için asıl sınav ise bundan sonra başlayacak. Ne kadar başarılı yapımlar izleyeceğiz, bekleyip görelim…


Alper Mestçi: “Korku sineması, yönetmen sinemasıdır”

"Korku, komedi ya da dram fark etmez, her ülkede kültürel yapı filmlerin tarzını belirliyor. İngiliz komedi anlayışı bizimkinden ne kadar farklıysa, Fransız korku anlayışı da o kadar farklı. Bence en önemli faktör atmosfer yaratabilmek. Eğer atmosfer yaratamıyorsanız ne yaparsanız yapın korkutamazsınız. Seyirci ‘bir ay sonra bile aklıma gelince ürperdim' diyorsa bu o filmin başarısını gösteriyor. Korku sineması yönetmen sinemasıdır. Kendi tarzınız yoksa korku filminde başarılı olmanız çok zor. Biz fantastik şeylerden değil, daha çok inandığımız şeylerden korkuyoruz. Amerikalı, Türk ya da İspanyol bence hiçbir fark yok.

Onlarca korku filmi yapıldı ve cinler hepsinde başka bir şekilde anlatıldı. Yani dünya korku sinemasından çok farklı şeyler yapmıyoruz. Exorcist'de de anlatılan şeytan, Şeytanın Avukatı'nda da anlatılan şeytan. Fakat iki şeytan arasında büyük fark var. Filmde cin var diye filmlerin aynı olması gerekmiyor. Bizde Amerika'daki gibi süper kahraman filmleri tutsa ve yılda 5 süper kahraman filmi çekilse ‘Yine mi süper kahraman filmi?' diye sormaya başlarız."


Korku sinemasının ilkleri gişede ne yaptı?

Hasan Karacadağ'ın ilk korku filmi ‘Dabbe' 539 bin, ‘Semum' 334 bin, ‘Dabbe: Bir Cin Vakası' 370 bin ve ‘Dabbe: Zehr-i Cin' 836 bin kişi tarafından izlendi. Alper Mestçi'nin ‘Musallat'ı ise 301 bin kişiyi beyazperdeye çekti. Devam filmi olan ‘Musallat 2', 514 bin kişi tarafından izlendi. Kısacası korku sinemasındaki yükseliş yıllara oranla gişede de devam etti. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder