"Ben bir
fajita alacağım. İçecek olarak da ‘alkolsüz mojito’ rica ediyorum.” diyor bir
müşteri. Arkadaşı ise tok olduğunu söylüyor ve bir nargile siparişi veriyor,
yanında da ismini telaffuz etmekte zorlandığımız bir içecek. Karşılıklı sohbete
başlıyorlar. Gülüşmeler, kahkahalar… Pahalı ve lüks bir mekân. Yavaşça
yaklaşıyoruz yanlarına. Masalarına oturmak ve konuşmak istediğimizi söylüyoruz.
Kabul ediyorlar ve başlıyoruz muhabbete. Muhafazakâr bir aileden geldiğini
söylüyor masadaki genç bayan. Bu tür mekânların müdavimi olduğunu da ekliyor.
Neden böyle bir yeri tercih ettiğini sorduğumuzdaysa aldığımız cevap gayet
açık: “Oldukça elegant bir mekân. O yüzden fiyat önemli değil. Hem artık bizim
de böyle eğlence yerlerine ihtiyacımız var. Onların var, bizim neden olmasın!”
Ortalama bir
kurumlar sosyolojisi kitabında siyaset, eğitim ve aile gibi yapıların yanında
bir de ‘boş zamanları değerlendirme kurumu’ yer alır. Birçoğunuzun “Böyle bir
kurum mu olurmuş canım?” dediğini duyar gibiyiz. Bazılarımız böyle bir kurumun
ne işe yaradığını merak etmiş, bazılarımız ise belki de pek önemsemeden
üzerinden geçip gitmişizdir. Lakin bugün, tüketim toplumu anlayışının en çok bu ‘boş
zamanları değerlendirme’ alanında tezahür ettiğini yavaş yavaş fark etmeye
başlıyoruz. Kafeler, lokantalar, eğlence mekânları… Artık oldukça lüks olmasına
özen gösterdiğimiz bu yerler; kişiliğimizi, arkadaş çevremizi ve ilişkilerimizi
belirlemeye başlıyor. Bununla birlikte ‘muhafazakâr tiki’, ‘süslüman’, ‘İslamî
burjuva’ vb. kavramlar, kelime jargonumuz içerisinde yerlerini aldı bile.
Bugün özgün
olmak; gösterişli bir kafede takılmak, lüks bir arabaya binmek ve son model bir
cep telefonuna sahip olmakla eşdeğer hale geldi. Hal böyle olunca aklımıza
şöyle bir soru takılıyor: “Sadece zenginliğin sunduğu imkânlarla medeniyet
çıtasını yükseltebilir miyiz?” Sadece sahip olunan zenginliğin gösterilmesiyle
toplumsal gelişmeye herhangi bir katkıda bulunulamayacağı gibi, gösterişin
inandığımız değerlerle de ters düştüğü bir gerçek. Birçok düşünüre göre
medeniyet çıtasını yükseltmek sadece tüketmekle değil, bir şeyler üretmekle de
alakalı. Şüphesiz bu da ayrı bir ruh gerektiriyor. Tüm bunlarla birlikte sosyal
hayatımızı farklı bir şekle dönüştüren yeni yaşam tarzlarını kafeler üzerinden
irdelemek için konuyu uzman sosyolog ve ilahiyatçılarla görüştük. İşin sonunda
varılan ortak kanı ise şu oldu: “Hayatımızın ruhsal tarafı zayıflıyor, dünyevi
tarafı güçleniyor!”
Süleyman Şah
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu:
Kentsel yaşam
içerisinde İslâmî davranış şekilleri yaygınlaşıyor ve dinî kurallara uyduğunu
söyleyen mekânların sayısı artıyor. İslâmî tarzda yapılandırılan tatil
mekânları, oteller, kuaförler, güzellik salonları, düğün salonları vb. yeni bir
sınıfın artan taleplerini karşılamaya çalışıyor. Muhafazakâr kafe ve
restoranlar da aynı gelişmenin bir parçası. Modern yaşamın nimetleri
Müslümanlar için de bir arzu nesnesine dönüştü maalesef. Ev içi dekorasyonlar,
pahalı arabalar, markalı giyim kuşamlar, yazlıklar, moda, tüketim ve renkli bir
sosyal hayat, İslamî yaşam tarzlarını dönüştürdü. Bugün dindar yaşam tarzıyla
dünyevî yaşam tarzı kesişmeye ve aralarında geçişkenlikler oluşmaya başladı. Bu
tür mekânlar da bunun yansıması.
Mesela uzun
süre küçümsenen tesettür, kendi üst sınıfsal modasını oluşturmaya başlayınca
üst seküler (dünyevî) kesimle aynı statüyü paylaşmak istiyor. Müslümanların hem
kendi aralarında sosyalleşme ihtiyaçları var hem de kendilerinden farklı
olanlar tarafından tanınma ihtiyaçları. Bu durum kendi mekânlarını üretiyor.
Paranın iktidarı insanları dönüştürüyor. Örneğin göz alıcı bir tesettür bunun
dışavurumudur. Müslümanlar nefislerini şımartıyorlar. Böyle olunca da
hayatlarının ruhsal tarafı zayıflıyor dünyevî tarafı güçleniyor.
"İslam dini
diyor ki gösteriş yapma, sade yaşa"
İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Demirezen:
Lüks kafe
kültürünün yaygınlaşması, tüketim toplumu ve muhafazakâr insanlarla ilişkisi
açısından önemli bir konu haline gelmeye başladı. Tüketim alışkanlıkları
değişmiş bir kesimin sosyalleşme ortamı bu tür kafeler. Hepimizin hayatında artık
tüketim çok fazla rol almaya başladı. Özellikle iletişim teknolojilerinin
gelişmesi ve bu yönde reklamların kullanılmasıyla birlikte bu kültür, insanlara
empoze ediliyor. Tüketim, belli bir ihtiyaca binaen gerçekleştirilmiyor,
insanların sosyal statülerini gösteren bir şey haline geliyor. Örneğin Bebek’te
ya da Ortaköy’de bir kafeye gitmeniz, sizin ne kadar para kazandığınızı
gösteren, sosyal statünüzü ortaya koyan bir durum olmaya başladı.
İnsanlar bir
yandan tüketim kültürünün kodlarıyla hemhal olurken diğer yandan da dinî
hassasiyetleri buna engel olmaya çalışıyor. Fakat burada öncelikler önemli bir
hal alıyor. Temel mesele bu. Örneğin gittiği mekânda bir mescidin olması,
zihinlerde o yerin hemen meşrulaşmasını sağlıyor. İslamî yaşayış tarzına uygun olmayan
birçok şey bu manada göz ardı edilebiliyor. Dolayısıyla temel mesele, dinî
hassasiyetler olmaktan çıkıyor. Yeni yeni zenginleşen muhafazakâr kesimin
sosyal statüsünü gösterme isteği, dinî değerle de çelişen bir durum aslında.
İslam dini diyor ki “Gösteriş yapma, sade yaşa. Var olan statünü insanlara
gösteriş olarak kullanma.” Günümüzde içinde bulunduğumuz kültüre göre ise
tükettiğin kadar varsın. Varlığı tüketmeye ve gösteriş yapmaya indirgeyen bir
yapı var bugün.
"Tevazu denilen
şey hayatımızdan kalktı artık"
Şehir
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhat Kentel:
Türk toplumu
artık kapitalist bir toplum. Öncelikle bunu kabul etmemiz gerekiyor.
Muhafazakâr olsun olmasın, insanların öncelikleri değişmeye başladı. Evet, şunu
diyebiliriz. Belli bir döneme kadar kapitalizm ve tüketimle ilgili bir ilişkiye
girmeyen muhafazakâr kesim, dünyevileşmeye karşı oldukça mesafeliydiler. Ama
bugün bu insanlar, farkında olmadan bu dünyevileşmenin içine girmeye
başlıyorlar. Belki alkol almıyorlar, bazı temel haramlardan uzak kalıyorlar
fakat artık aynı tip ve tüketime dönük bir yaşam tarzını sürmeye başlıyorlar.
Muhafazakâr insanların rağbet ettiği bu tür lüks kafelerin artışını böyle
okumak lazım belki de. Kafe mevzusuna gelmeden de gözlemlenebilecek bir mevzu
bu. Örneğin Fatih’teki o caddede yürüdüğünüzde ve şatafatlı camekânlarla
karşılaştığınızda, burnunuza bu lüks tüketim kokusunun gelmemesi mümkün değil.
İslamî camia
dediğiniz şey artık homojen bir yapıdan ibaret değil. Modernleşme biraz da
bireyselleşme denilen olguyu getirdi hayatlarımıza. Artık cemaatler içinde de
sınıflar oluşmaya başladı. Aşağı sınıftan ve yukarı sınıftan insanlar var.
Bugün sekülerliği meşrulaştıracak bir dinî hayat inşa ediliyor. Tevazu denilen
şey hayatımızdan kalktı. Muhafazakâr dediğimiz şahsiyetler, artık bulutlara
kadar varan gökdelenler inşa edebiliyorlar. İnanılmaz bir kibir, inanılmaz bir
ihtişam söz konusu. Bundan bütün Müslümanları kapsayacak bir özellik olarak
bahsetmemiz mümkün değil tabii. Tüketim kültürünün içine girmemeye ve
hayatlarında tevazuya uygun şekilde yaşamaya çalışan insanlar da var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder