3 Haziran 2014 Salı

Tükettiğin kadar varsın!


"Ben bir fajita alacağım. İçecek olarak da ‘alkolsüz mojito’ rica ediyorum.” diyor bir müşteri. Arkadaşı ise tok olduğunu söylüyor ve bir nargile siparişi veriyor, yanında da ismini telaffuz etmekte zorlandığımız bir içecek. Karşılıklı sohbete başlıyorlar. Gülüşmeler, kahkahalar… Pahalı ve lüks bir mekân. Yavaşça yaklaşıyoruz yanlarına. Masalarına oturmak ve konuşmak istediğimizi söylüyoruz. Kabul ediyorlar ve başlıyoruz muhabbete. Muhafazakâr bir aileden geldiğini söylüyor masadaki genç bayan. Bu tür mekânların müdavimi olduğunu da ekliyor. Neden böyle bir yeri tercih ettiğini sorduğumuzdaysa aldığımız cevap gayet açık: “Oldukça elegant bir mekân. O yüzden fiyat önemli değil. Hem artık bizim de böyle eğlence yerlerine ihtiyacımız var. Onların var, bizim neden olmasın!”


Ortalama bir kurumlar sosyolojisi kitabında siyaset, eğitim ve aile gibi yapıların yanında bir de ‘boş zamanları değerlendirme kurumu’ yer alır. Birçoğunuzun “Böyle bir kurum mu olurmuş canım?” dediğini duyar gibiyiz. Bazılarımız böyle bir kurumun ne işe yaradığını merak etmiş, bazılarımız ise belki de pek önemsemeden üzerinden geçip gitmişizdir. Lakin bugün, tüketim toplumu anlayışının en çok bu ‘boş zamanları değerlendirme’ alanında tezahür ettiğini yavaş yavaş fark etmeye başlıyoruz. Kafeler, lokantalar, eğlence mekânları… Artık oldukça lüks olmasına özen gösterdiğimiz bu yerler; kişiliğimizi, arkadaş çevremizi ve ilişkilerimizi belirlemeye başlıyor. Bununla birlikte ‘muhafazakâr tiki’, ‘süslüman’, ‘İslamî burjuva’ vb. kavramlar, kelime jargonumuz içerisinde yerlerini aldı bile.

Bugün özgün olmak; gösterişli bir kafede takılmak, lüks bir arabaya binmek ve son model bir cep telefonuna sahip olmakla eşdeğer hale geldi. Hal böyle olunca aklımıza şöyle bir soru takılıyor: “Sadece zenginliğin sunduğu imkânlarla medeniyet çıtasını yükseltebilir miyiz?” Sadece sahip olunan zenginliğin gösterilmesiyle toplumsal gelişmeye herhangi bir katkıda bulunulamayacağı gibi, gösterişin inandığımız değerlerle de ters düştüğü bir gerçek. Birçok düşünüre göre medeniyet çıtasını yükseltmek sadece tüketmekle değil, bir şeyler üretmekle de alakalı. Şüphesiz bu da ayrı bir ruh gerektiriyor. Tüm bunlarla birlikte sosyal hayatımızı farklı bir şekle dönüştüren yeni yaşam tarzlarını kafeler üzerinden irdelemek için konuyu uzman sosyolog ve ilahiyatçılarla görüştük. İşin sonunda varılan ortak kanı ise şu oldu: “Hayatımızın ruhsal tarafı zayıflıyor, dünyevi tarafı güçleniyor!”

"Müslümanlar nefislerini şımartıyorlar"
Süleyman Şah Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Uğur Kömeçoğlu:

Kentsel yaşam içerisinde İslâmî davranış şekilleri yaygınlaşıyor ve dinî kurallara uyduğunu söyleyen mekânların sayısı artıyor. İslâmî tarzda yapılandırılan tatil mekânları, oteller, kuaförler, güzellik salonları, düğün salonları vb. yeni bir sınıfın artan taleplerini karşılamaya çalışıyor. Muhafazakâr kafe ve restoranlar da aynı gelişmenin bir parçası. Modern yaşamın nimetleri Müslümanlar için de bir arzu nesnesine dönüştü maalesef. Ev içi dekorasyonlar, pahalı arabalar, markalı giyim kuşamlar, yazlıklar, moda, tüketim ve renkli bir sosyal hayat, İslamî yaşam tarzlarını dönüştürdü. Bugün dindar yaşam tarzıyla dünyevî yaşam tarzı kesişmeye ve aralarında geçişkenlikler oluşmaya başladı. Bu tür mekânlar da bunun yansıması.

Mesela uzun süre küçümsenen tesettür, kendi üst sınıfsal modasını oluşturmaya başlayınca üst seküler (dünyevî) kesimle aynı statüyü paylaşmak istiyor. Müslümanların hem kendi aralarında sosyalleşme ihtiyaçları var hem de kendilerinden farklı olanlar tarafından tanınma ihtiyaçları. Bu durum kendi mekânlarını üretiyor. Paranın iktidarı insanları dönüştürüyor. Örneğin göz alıcı bir tesettür bunun dışavurumudur. Müslümanlar nefislerini şımartıyorlar. Böyle olunca da hayatlarının ruhsal tarafı zayıflıyor dünyevî tarafı güçleniyor.

"İslam dini diyor ki gösteriş yapma, sade yaşa"
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Demirezen:

Lüks kafe kültürünün yaygınlaşması, tüketim toplumu ve muhafazakâr insanlarla ilişkisi açısından önemli bir konu haline gelmeye başladı. Tüketim alışkanlıkları değişmiş bir kesimin sosyalleşme ortamı bu tür kafeler. Hepimizin hayatında artık tüketim çok fazla rol almaya başladı. Özellikle iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve bu yönde reklamların kullanılmasıyla birlikte bu kültür, insanlara empoze ediliyor. Tüketim, belli bir ihtiyaca binaen gerçekleştirilmiyor, insanların sosyal statülerini gösteren bir şey haline geliyor. Örneğin Bebek’te ya da Ortaköy’de bir kafeye gitmeniz, sizin ne kadar para kazandığınızı gösteren, sosyal statünüzü ortaya koyan bir durum olmaya başladı.

İnsanlar bir yandan tüketim kültürünün kodlarıyla hemhal olurken diğer yandan da dinî hassasiyetleri buna engel olmaya çalışıyor. Fakat burada öncelikler önemli bir hal alıyor. Temel mesele bu. Örneğin gittiği mekânda bir mescidin olması, zihinlerde o yerin hemen meşrulaşmasını sağlıyor. İslamî yaşayış tarzına uygun olmayan birçok şey bu manada göz ardı edilebiliyor. Dolayısıyla temel mesele, dinî hassasiyetler olmaktan çıkıyor. Yeni yeni zenginleşen muhafazakâr kesimin sosyal statüsünü gösterme isteği, dinî değerle de çelişen bir durum aslında. İslam dini diyor ki “Gösteriş yapma, sade yaşa. Var olan statünü insanlara gösteriş olarak kullanma.” Günümüzde içinde bulunduğumuz kültüre göre ise tükettiğin kadar varsın. Varlığı tüketmeye ve gösteriş yapmaya indirgeyen bir yapı var bugün.

"Tevazu denilen şey hayatımızdan kalktı artık"
Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü  Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhat Kentel:

Türk toplumu artık kapitalist bir toplum. Öncelikle bunu kabul etmemiz gerekiyor. Muhafazakâr olsun olmasın, insanların öncelikleri değişmeye başladı. Evet, şunu diyebiliriz. Belli bir döneme kadar kapitalizm ve tüketimle ilgili bir ilişkiye girmeyen muhafazakâr kesim, dünyevileşmeye karşı oldukça mesafeliydiler. Ama bugün bu insanlar, farkında olmadan bu dünyevileşmenin içine girmeye başlıyorlar. Belki alkol almıyorlar, bazı temel haramlardan uzak kalıyorlar fakat artık aynı tip ve tüketime dönük bir yaşam tarzını sürmeye başlıyorlar. Muhafazakâr insanların rağbet ettiği bu tür lüks kafelerin artışını böyle okumak lazım belki de. Kafe mevzusuna gelmeden de gözlemlenebilecek bir mevzu bu. Örneğin Fatih’teki o caddede yürüdüğünüzde ve şatafatlı camekânlarla karşılaştığınızda, burnunuza bu lüks tüketim kokusunun gelmemesi mümkün değil.

İslamî camia dediğiniz şey artık homojen bir yapıdan ibaret değil. Modernleşme biraz da bireyselleşme denilen olguyu getirdi hayatlarımıza. Artık cemaatler içinde de sınıflar oluşmaya başladı. Aşağı sınıftan ve yukarı sınıftan insanlar var. Bugün sekülerliği meşrulaştıracak bir dinî hayat inşa ediliyor. Tevazu denilen şey hayatımızdan kalktı. Muhafazakâr dediğimiz şahsiyetler, artık bulutlara kadar varan gökdelenler inşa edebiliyorlar. İnanılmaz bir kibir, inanılmaz bir ihtişam söz konusu. Bundan bütün Müslümanları kapsayacak bir özellik olarak bahsetmemiz mümkün değil tabii. Tüketim kültürünün içine girmemeye ve hayatlarında tevazuya uygun şekilde yaşamaya çalışan insanlar da var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder