Geçtiğimiz haftalarda gündüz
kuşağı programlarında yaşananlar hepimizin malumu. Gerçekleşen olaylar bu
kuşaktaki yapımların sürdürülebilirliğini yeniden tartışmaya açtı. Peki
yurtdışındaki gündüz kuşağı programlarının işleyiş ve içerik bakımından
Türkiye’dekinden farkı ne?
Gündüz kuşağı, televizyon
sektörü için önemli ve geniş bir vakit aralığını kapsıyor. Resmi bir sınırlama
olmasa da 10.00-18.00 arasındaki yayınlara gündüz kuşağı deniyor. Bu yayın diliminin
ana hedef kitlesini ise sabah eşini işe, çocuklarını da okula gönderen ev
hanımları oluşturuyor. Programların çeşitliliği bakımından epey geniş bir
yelpaze çıkıyor karşımıza. Reality şovlardan tutun da evlilik programlarına,
televizyonu adeta bir mahkemeye çeviren “suçlu kim?” yapımlarından yemek
programlarına kadar birçok izlenceyle karşılaşmak mümkün. Özellikle reality
şovlar ve suçluyu aramaya yönelik programlarda sıradan insanların hayatları en
ince ayrıntısına kadar ekranlardan evlerimize konuk oluyor. Gayri meşru
ilişkiler, cinayetler ve aile içinde yaşanan sorunların bini bir para. Bu tür
içerikler, artık farkındalık oluşturmaktan ziyade, gittikçe normalleşiyor ve
sadece bir şov unsuru haline geliyor.
Gündüz kuşağı yayınlarının
içeriğini sorgulatan son olay ise, geçtiğimiz haftalarda iki karısını öldürmüş
bir adamı canlı yayında programına konuk eden Seda Sayan oldu. Yıllar boyunca
yapılan anketlerde Türkiye’deki en güvenilir kişi çıkan Seda Sayan’dan
bahsediyoruz. Hâlâ öyle midir bilinmez fakat halk nezdinde böyle bir
güvenilirliğe sahip olmasında uzun zamandır yapmakta olduğu gündüz kuşağı
programlarının önemli bir payı var. Bu da bizlere bu programların insanlar
üzerinde ne derece etkili olduğunu gösteriyor aslında. Peki yurtdışındaki
gündüz programlarının Türkiye’dekinden bir farkı var mı? İşleyiş ve içerik
Türkiye’dekine benziyor mu? ABD ile Türkiye’deki gündüz kuşağı programları
arasında bir kıyas yaparak bu duruma bir göz atalım.
Türkiye’de
yapımcılara az sunuculara çok iş düşüyor
Türkiye’deki gündüz kuşağı
programı sunucularının elinde oldukça fazla güç var. ‘Güç’ derken ne demek
istediğimizi açıklayalım. Türkiye’deki sunucular, yapımcılar gibi programın
içeriği üzerinde fazla etkiye sahip. Sadece sunmuyor, içerikte ne olacak, ne söylenecek,
tüm bunlar onların kontrolü altında. Dolayısıyla yapım ekibi sunucuya ne
yapacağını söylemek yerine hizmet eder bir konumda bulunuyor. Kısacası bir nevi
yapım ekibinin zayıflığı, sunucu üzerinden kapatılmaya çalışılıyor. Yurtdışında
ise durum çok farklı. ABD ve İngiltere’deki gündüz kuşağı programlarında kurgu
unsuru ön plana çıkıyor. Programın başından sonuna kadar ne konuşulacak ve
hangi noktalara temas edilecekse bütün bunlar önceden kurgulanıyor. Doğal
olarak da bu şekilde herhangi sürprize mahal verilmemiş oluyor.
Yurtdışında
filtreleme daha kuvvetli, çünkü canlı yayın yok
Gündüz kuşağı programlarında
üzerinde durulması gereken bir diğer farklılık da canlı yayın meselesi. ABD ve
İngiltere’de gündüz kuşağında canlı yayınlanan programlara rastlamak pek mümkün
değil. Şehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü öğretim görevlisi Feyza
Akınerdem’e göre, canlı yayın Türkiye’ye has bir durum Sebebi, banttan yayın
maliyetinin çok daha yüksek olması: “Bu sebeple Türkiye’de daha çok canlı yayın
yapılır. İngiltere ve ABD’de canlı yayın programlara pek şahit olmayız.
Dolayısıyla bu ülkelerde filtre mekanizması otomatik olarak daha kuvvetli
oluyor. Canlı olsa bile yayın arkadan geliyor. Bizdeki gündüz kuşağının
neredeyse hepsi canlı. Anlık sansasyon ile krizlere açık ve bunun üzerinden
programlar reyting alıyor.”
Türkiye’de bir RTÜK kanunu var
ve bu kanuna göre suçu ve suçluyu övmek yasak. Fakat geçen hafta yapılan
toplantılarda RTÜK, çekimser kaldığı için Seda Sayan’ın programına herhangi bir
ceza vermedi. Akınerdem, suçu ve suçluyu öven yayın yapılamayacağını fakat bu
kanunların ne kadar uygulanacağının ise RTÜK’ün inisiyatifine bağlı olduğunu
belirtiyor. Bunun yanında aslında esas kontrol mekanizmasının da yapımcılarda
bittiğinin altını çiziyor: “Programlarda ağırlanacak kişilerin geçmişlerini
doğru şekilde araştıran programcılar var. Fakat buna dikkat etmeyen ve
sansasyon ortaya çıkartmak isteyen isimler de çok. Seda Sayan örneği üzerinden
gidecek olursak, o kişinin ekrana çıkması Seda Sayan ve yapım ekibinin
inisiyatifinde. Yayından önce bunu denetleyecek bir kurum yok. Dolayısıyla iki
kadını öldürdüğü bilinen birisi o yayına bilinçli bir şekilde çıkartıldı.”
ABD’de kadın programlarının
niteliği ise çok farklı. ‘The Oprah Winfrey Show’ örneği üzerinden giden
Akınerdem’e göre bu programlara şiddet gören, ayrımcılığa uğramış kadınlar
çıkarıldığında, yaşadıklarının üstesinden gelebilmesine ve kendine güvenini
yeniden kazanmasına yönelik destek veriliyor. Türkiye’deki örnekler ise bundan
çok uzak. Zaten zor durumda olduğu için ekrana çıkan kadınlara bir eleştiri de
program sunucusu ve konuklardan geliyor. Mağdur kadınlar, “Neden bu kadar çocuk
doğurdun?”, “Neden bu adamla evlendin?” gibi ithamlarla karşı karşıya kalıyor.
Bundan dolayı Türkiye’de kadınların dertlerini anlatmaları kolay değil.
Anlattıkları zaman kötü sonuçlarla karşılaşabiliyorlar. Şiddetin üstesinden
gelmek bir yana, yeniden şiddet üretilebiliyor. Aile sırlarını ifşa etmek
olarak algılandığı gibi kadınları şiddetin hedefi haline de getirebiliyor.
Gündüz
kuşağı bitecek mi?
Son zamanlarda gündüz
kuşağındaki reality şovların olumsuz haberlerle kendine yer edinmesi, bu
kuşaktaki programların içeriğine dair tartışmaları da yeniden başlattı. Seda
Sayan örneği ise tek değil. Songül Karlı, karısını öldürmüş bir kişiyi canlı
yayına çıkardı. Esra Erol’un programında evlenen bir adam, karısını öldürdü.
Buna benzer birçok örnek söz konusu. Zaten birkaç kanal kendini tamamen
dizilerin kollarına bırakmış durumda ve artık bu şovlara yer vermiyor. Pek çok
televizyon eleştirmeni, hem daha az maliyetli hem de daha zararsız olmaları
sebebiyle diziye yöneliş olduğunu, bu sebeple yakın bir zamanda gündüz
kuşağındaki reality şovların kalkabileceğini dile getiriyor. İlerleyen günlerde
bu programların kaderinin ne olacağını ise hep birlikte göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder