2 Haziran 2014 Pazartesi

Yine Bekleriz..



Şimdi geçmişe doğru bir yolculuk yapacağız. Yolculuk dediysek çok da uzağa gideceğimiz anlaşılmasın. Çocukluğumuza gitmemiz yeterli. Hatırlayalım annemizin bizi bakkala gönderdiği o günleri. Hepimizin tanıdığı bir mahalle bakkalı vardı hani. Ne alınması gerekiyorsa alınır, alış veriş yapılır, bakkal amcanın yanına gelinir ve şöyle söylenirdi: “Annem 'Deftere yazsın' dedi.” Evet, veresiye defteri diye bir şey vardı gerçekten. Bugünün gözüyle bakıldığında o defter, aslında birçok şeyi anlatıyor bize: Karşılıklı güveni, kurulan samimiyet ve dostluğu... Sadece bakkalla değil, manav, berber ve nice esnafla samimiyet ekseninde yürürdü ilişkiler. Bu da doğal olarak bir kültür çerçevesinde gerçekleşirdi: Esnaf kültürü.

Yazılı olmasa da günümüzde esnaflar arasında kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü bir gelenek var. Geçmişimizdeki Ahi kültürünün esnaflar üzerinde payı büyük hiç şüphesiz. Ahilik, Anadolu'da yaşayan halkın sanat ve meslek alanında yetişmelerini sağlayan, onları ahlakî yönden geliştiren bir örgütlenmeydi. İyi ahlâkın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyal ve ekonomik düzenden bahsediyoruz. Esnaf ve sanatkâr camiasının tarihine baktığımızda Ahiliğin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Çünkü bu kurum, çok uzun yıllar boyunca Osmanlı toplumunun belirleyici öğesiydi.

Günümüze doğru geldiğimizde küçük esnaf dediğimiz yapının artık yok olmaya başladığını, sektörün büyümeye hevesli işletmelerle dolduğunu görüyoruz. Etrafımız büyük marketler, lüks lokantalar ve dahi soğuk ilişkilerle çevrili hale geldi. Haliyle bakkalları, veresiye defterlerini ve ailemizden saydığımız mahallemizin küçük müesseselerini, yani esnafları unuttuk. Bizden sonraki nesiller ise belki de hiç göremeyecek. Tüm bunları düşünürken, esnaf kültürünün ne demek olduğunu bir nebze olsun idrak edebilmek için her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan o güzel müesseselere göz atmak istedik. Onlara yönelttiğimiz iki soru vardı: “Sahiden esnaf kültürü diye bir şey var mı?” ve “Bugün neden diğerleri gibi işlerini büyütmek istemeyip küçük bir esnaf olarak kalmak istiyorlar?” Konuştuğumuz esnafların hepsi çok değerli şeyler söyledi. Söylenenlerin tümünü birleştirdiğimizdeyse gerçek bir esnafın nasıl olması gerektiğini görmüş olduk. 
 
Vefa'nın Karadeniz Pidecisi
 
İşini iyi yapan, yıllar geçse de kullandığı malzemelerin kalitesinden asla ödün vermeyen ve tüm bunlara rağmen fiyat olarak oldukça makul olan esnaf lokantalarını çok severiz. Aldığımız o eşsiz tatların ardından gelen hesabın kabarık olmaması da ayrı bir mutlu eder insanı. Nostalji hayranlığı yapmıyoruz fakat özellikle günümüzde böyle yerlerin sayısı bir elin parmağını geçmiyor maalesef. Vefa'daki Karadeniz Pidecisi, esnaf lokantası geleneğini sürdüren, hem damakta hem de gönülde hoş bir tat bırakan işinin erbabı bir müessese. 


Tam 35 senedir bu işi yapıyor Sezai Kadiroğlu. Misafirlerini incitmekten çok fazla sakınan bir esnaf o. İşini o kadar severek yapıyor ki, ömrü yettiğince devam edecek gibi görünüyor. Vefa'nın ücra bir yerinde bulunmasına karşın müdavimleri başka başka semtlerden kalkıp geliyor pidecimize. Biz de giriyoruz dükkâna. Selam verip bir masada konuşmaya başlıyoruz Sezai Amca'yla. Lakin masada pidesini yemekte olan bir müşteri hemen lafa giriyor: “Ben yirmi yıldır gelip pide yerim burada. Neden diye soracak olursanız, her geldiğimde yemeklerden aynı tadı, Sezai Amca'dan da aynı muameleyi görürüm." Müşteri esnaftan gördüğü saygılı muamelenin farkında. Hal böyle olunca ondan bir daha vazgeçemiyor.

Sezai Amca'ya, kendisini bu kadar çok seven müşterileri varken neden daha büyük bir yer açmadığını, bir esnaf pidecisi olarak kaldığını soruyoruz. Verdiği cevap ise işini ve müşterilerini ne kadar çok sevdiğini ortaya koyuyor adeta: “Bana çok kişi geldi. ‘Aman burayı büyütelim, başka semtlerde şubeler açalım. Çok para kazanırsın, gel bizi dinle' diye. Hiçbirini kabul etmedim. Benim gelen müşterilerimin gözünün içine bakmam gerekir. Yediği yemeği sevmiş mi, sevmemişse neden sevmemiş, bunları görmem lazım. İş büyüyünce fabrikasyona girmek zorunda kalırsınız ve kalitenizden ödün verirsiniz. Ben bunu istemiyorum. Az kazansak da eyvallah çok kazansak da eyvallah. Hakk'ı bilen bir esnaf olmak bunu gerektirir.”

Mehmet ve Metin amcanın kahvehanesi 

Erzincan'dan 1932 yılında babasıyla birlikte göç ederek İstanbul'a gelmiş Mehmet ve Metin amcanın babası. İlk başta bir at arabası almış ve Beşiktaş'tan aldığı suyu Fatih civarına satarak geçimini sürdürmüş. Sakalık yapmış yani. Bir süre sonra ise arabalarını satarak şu anda Nostalji adıyla kahvehane olarak hizmet verdikleri Fatih At Pazarı'ndaki evi satın almışlar. Mehmet ve Metin amcalar, daha sonra babalarının işini devam ettirmişler. 1933'ten bu yana aynı yerde çaylarını demlemeye ve kahvelerini pişirmeye devam ediyorlar. Bu arada belirtmeden geçmeyelim; Mehmet Amca 78, Metin Amca ise 69 yaşında. Fakat gençlere taş çıkartırcasına dinç bir şekilde çalışmayı sürdürüyorlar.

Nostalji Kahvehanesi açıldığından beri âdet olarak sabah namazından hemen sonra ocağın altı yakılır, çay hazır edilirmiş. Fatih Camii'nin sabah cemaati dağılır, amcaların çayı eşliğinde kahvaltı etmek isteyenler soluğu burada alırmış. Bir sabah vakti biz de amcaların çayını içmeye gidiyoruz. Kapıdan içeri adımınızı attığınızdan itibaren dualarla karşılıyor sizi Metin Amca. Yılların getirdiği tecrübeye dayanarak gerçek bir esnaf olmanın ne demek olduğunu soruyoruz kendisine. O da tüm samimiyetiyle buraya gelenlere yıllardır misafir gözüyle baktıklarını söylüyor. Lafta değil ama, gerçekten öyle. İşin sırrı biraz da burada herhalde. Güvenilir olmak, yaptığı işin hakkını vererek yapmak ve misafirlerini memnun etmek, onları en çok mutlu eden şeyler zaten. Hakiki esnaf olabilmenin anlamını merak edenler, bir çay içmek için Nostalji Kahvehanesi'ne uğrayabilir. Bu vesileyle her şeyin paradan ibaret olmadığı daha iyi anlaşılabilir. 


Babadan oğula yoğurtçu

Sütçülük ve yoğurtçuluk aslında çok saf ve naif bir meslek. Bir yoğurtçu dükkânının içine girdiğinizde burnunuza çalınan o mis koku, bunu anlamanıza yetiyor. Fatih'teki yoğurtçuya girdiğimizde aynı saf koku geliyor burnumuza. Babadan oğula geçmiş bu meslek de. 30 yıldır süt ve süt ürünleri yapılıp günlük olarak satılıyor. İşletmenin şu anki sahibi Murat Ersoy, babasının Isparta'dan geldikten sonra ilk başta seyyar olarak yoğurt sattığını, daha sonra ise şu an bulundukları dükkânı açtığını söylüyor. Esnaf olabilmenin ne demek olduğunu, hem babasından hem de insanların birbiriyle aile gibi olduğu mahallesinden öğrendiğini dile getiriyor.

Beş ay önce babası Sefer Ersoy'u kaybeden Murat Bey, babasının nasıl bir esnaf olduğunu anlatıyor bize: “Şimdiki insanlara yabancı gelecek belki ama eskiden ticaret yapan bir esnafın en temel derdi para kazanmak değildi. Tabii ki ailesinin hayatını idame ettirecek şekilde para kazanması gerekiyordu ama bunu meşru bir şekilde yapabilmek, evlatlarının boğazından haram lokma geçmemesini sağlamak daha öncelikliydi. Tartıda veya kullandığınız malzemede bir hile hurdayı insanlara fark ettirmeden yapabilirsiniz, onların ruhu bile duymaz. Fakat o her şeyi gören, bize şah damarımızdan daha yakın olan Yüce Yaratıcı'yı aldatabilir misiniz? İşte bunun farkında olabilmek önemli. Ben bir esnaf olarak babamdan bunu öğrendim.”


Sahiden de tartı çok enteresan bir alet. İçine farklı farklı anlamlar yükleyebilmek mümkün. Bir nevi adaletin simgesi. Her bir esnaf, farkında olmadan adalet de dağıtır aslında müşterilerine. Ve şu ayet-i kerime, bu yönde uyarır iş yeri sahiplerini: “Ey halkım! Ölçü ve tartıyı dengi dengine tam tutun, halkın hakkını yemeyin ve ülkede müfsitlik ederek fenalık yapmayın!” (Hûd, 85)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder