19 Ekim 2013 Cumartesi

Osmanlı’da Sertifikalı Dilencilik




Günümüzde dilencilikle ilgili algı, yaşanan istismar olayları sebebiyle olumsuz bir mecraya doğru kayıyor. Fakat geçmişte Osmanlı Devleti’nin bu konuya göstermiş olduğu hassasiyet, bugünün insanı için adeta örnek mesabesinde.


Her semavî dinde inananlardan, ihtiyaç sahibi din kardeşlerine destek olmaları beklenir. İlahî Beyan’da müminlere, “El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duha Sûresi, 10) şeklinde seslenilerek yardıma muhtaç olan kimselere iyi davranmaları istenir. Buna karşılık geçmişten bu yana insanların vicdanî duygularını istismar edenlere, çalışabilecek güçte oldukları halde kolay kazanç yolu olarak dilenciliği seçenlere iyi gözle bakılmaz. Günümüzdeki dilencilik algısı ile birçok yönden sosyal devlet olmayı başaran Osmanlı İmparatorluğu’nun dilenciliğe bakışı hayli farklı. Osmanlı’da dilenciliğin seyir defterini araladık ve bakın nelerle karşılaştık?

Osmanlı Devleti’nde dilencilerin, tıpkı bir meslek örgütü gibi bir lonca çatısı altında teşkilatlandığını görüyoruz. Devlet, kanunen dilenmesinde sakınca olmayanlara dilenebileceklerini gösteren bir ‘Dilenci Sertifikası’ verir, bu kişiler ayrıca defterlere kaydedilir. Aslı kadılıklarda bulunan defterlere, dilencilerin hangi millete mensup oldukları, ne zamandır bu işi yaptıkları ve sağlık durumları hakkında bilgiler yazılır. Osmanlı Devleti’nin iktisadî ve sosyal yapısı hakkında birçok araştırma yapan Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Genç’le Osmanlı’da dilencilik üzerinde sohbet ettik. Bize o dönemde devletin büyük ölçüde dilenciliği ortadan kaldırmaya çalıştığından bahseden Genç, başka çaresi olmayanlara ise ‘dilenebilir sertifikası’ verdiğini anlattı. Fakat bu belge öyle herkese verilmiyordur. Yalnızca bedensel engeli bulunan ve çalışamayacak durumda olanlar bu belgeden yararlanabilir. Sadece bu sertifika meselesi bile, Devlet-i Âliyye’nin nasıl bir sosyal yapıya sahip olduğunu gösterir nitelikte.




Çocukların neşe kaynağı Goygoycular

Dilencilik günümüzde her ne kadar sadece ‘el açıp para istemek’ olarak algılansa da, Osmanlı toplumunda bunun birçok çeşidi ve sanatsal bir tarafı bulunuyordu. Mesela tamamı İstanbullu olan ve dilencilerin en değerlisi olarak kabul edilen ‘Iskatçılar’, özellikle mezarlıkların etrafında dilenirdi. Yaprak dökümü olarak adlandırdıkları vefat günleri, işlerinin en yoğun olduğu zamanlardı. Ölüm üzerine geniş bir edebiyat da geliştiren bu dilenciler, ıskatların (ölen kişi için verilen sadaka) dağıtıldığı anları merakla beklerdi. ‘Kasideciler’, sesine güvenen dilenciler arasından çıkardı. Bunlar, ezan vakitleri hüzünlü sesleriyle insanı sadaka vermeye teşvik eden ilahi ve kasideler okuyarak sokak aralarında dolanırdı. ‘Kabakçılar’, mevsimlik işçiler gibi çalışır, mayıs ayından kış aylarına kadar dilenirdi. Kabakçı için kış mevsimi sefa sürme zamanıydı. Dilenmeye başlayacakları 1 Mayıs günü büyük bir şenlik düzenler ve kabaklarıyla sokakları dolanırlardı. Bir başka dilenci grubu olan ‘Sebilciler’, sebillerin önünü mesken tutardı. Onlar için günlük su ihtiyacını temin etmek amacıyla her gün su başına giden yüzlerce İstanbullu önemli bir kazanç kapısıydı.

Muharrem ayında ortaya çıkan ‘Goygoycular’, İstanbul’da kendine yer bulan bir başka dilenci grubu. Altışar kişilik gruplara ayrılan ve birbirlerini omuz başlarından tutarak tek kol nizamında yürüyen goygoycular, başlarında yemeniden bir sarık, sırtlarında bezden cübbe, ellerinde değnek ve omuzlarında biri önde biri arkada iki ağızlı beyaz bez torbalarla gezerlerdi. Topladıkları erzak, Şehzade Camii’ndeki karargâhta bir araya getirilirdi. Muharrem ayının 10. gününden sonra sır olup giden bu dilenciler, o devrin çocukları için eğlence ve hareket kaynağıydı. 
 

Paris ve Londra’da nüfusun yüzde 10’u dilenci


Dilencilik 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde büyük bir problemdi. Örneğin Paris ve Londra’da nüfusun yaklaşık yüzde 10’u dilenciydi. Bu 50 bin kişinin üzerinde bir rakama karşılık geliyor. Tarihî serencamına baktığımızda Osmanlı İmparatorluğu’nda dilenci sayısının oldukça az olduğunu ve bu kişilerin sistematik bir düzene sokulduğunu görüyoruz. Devlet, dilencilerin sayısını çok düzgün bir şekilde takip ediyor ve artmasını önlemeye çalışıyordu. 1730’larda imparatorluğun başkenti Dersaadet’te toplam 350 kadar dilenci vardı. İstanbul’daki dilenci sayısının hayli düşük olması, gayrimüslim seyyahların garibine gitmiş ki onlar da bu durumu sıkı bir şekilde takip etmiş. Gezginler, Osmanlı topraklarındaki dilenci sayısının azlığını araştırdıklarında; halkın ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığı meşhur vakıf sistemiyle karşılaşmışlar. Müslüman ve gayrimüslim fark etmeksizin bütün nüfusa hizmet eden bu uygulama sayesinde insanların aç ve düşkün olmadıklarını görmüşler. Haliyle seyyahlar, böyle bir mekanizmanın işlediği bir toplumda insanları dilenmeye itecek bir sebebin kalmayacağına kanaat getirmişler.


Notlar 

Yazıyı İngilizce okumak isteyenler şu linke bakabilir/Click the following link to read the article in English


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder