Günümüzde dilencilikle ilgili algı, yaşanan
istismar olayları sebebiyle olumsuz bir mecraya doğru kayıyor. Fakat geçmişte
Osmanlı Devleti’nin bu konuya göstermiş olduğu hassasiyet, bugünün insanı için
adeta örnek mesabesinde.
Her semavî
dinde inananlardan, ihtiyaç sahibi din kardeşlerine destek olmaları beklenir.
İlahî Beyan’da müminlere, “El açıp isteyeni de sakın azarlama.” (Duha Sûresi,
10) şeklinde seslenilerek yardıma muhtaç olan kimselere iyi davranmaları
istenir. Buna karşılık geçmişten bu yana insanların vicdanî duygularını
istismar edenlere, çalışabilecek güçte oldukları halde kolay kazanç yolu olarak
dilenciliği seçenlere iyi gözle bakılmaz. Günümüzdeki dilencilik algısı ile
birçok yönden sosyal devlet olmayı başaran Osmanlı İmparatorluğu’nun dilenciliğe
bakışı hayli farklı. Osmanlı’da dilenciliğin seyir defterini araladık ve bakın
nelerle karşılaştık?
Osmanlı
Devleti’nde dilencilerin, tıpkı bir meslek örgütü gibi bir lonca çatısı altında
teşkilatlandığını görüyoruz. Devlet, kanunen dilenmesinde sakınca olmayanlara
dilenebileceklerini gösteren bir ‘Dilenci Sertifikası’ verir, bu kişiler ayrıca
defterlere kaydedilir. Aslı kadılıklarda bulunan defterlere, dilencilerin hangi
millete mensup oldukları, ne zamandır bu işi yaptıkları ve sağlık durumları
hakkında bilgiler yazılır. Osmanlı Devleti’nin iktisadî ve sosyal yapısı
hakkında birçok araştırma yapan Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Dr. Mehmet Genç’le Osmanlı’da dilencilik üzerinde sohbet ettik. Bize o dönemde
devletin büyük ölçüde dilenciliği ortadan kaldırmaya çalıştığından bahseden
Genç, başka çaresi olmayanlara ise ‘dilenebilir sertifikası’ verdiğini anlattı.
Fakat bu belge öyle herkese verilmiyordur. Yalnızca bedensel engeli bulunan ve
çalışamayacak durumda olanlar bu belgeden yararlanabilir. Sadece bu sertifika
meselesi bile, Devlet-i Âliyye’nin nasıl bir sosyal yapıya sahip olduğunu
gösterir nitelikte.
Çocukların neşe
kaynağı Goygoycular
Dilencilik
günümüzde her ne kadar sadece ‘el açıp para istemek’ olarak algılansa da,
Osmanlı toplumunda bunun birçok çeşidi ve sanatsal bir tarafı bulunuyordu.
Mesela tamamı İstanbullu olan ve dilencilerin en değerlisi olarak kabul edilen
‘Iskatçılar’, özellikle mezarlıkların etrafında dilenirdi. Yaprak dökümü olarak
adlandırdıkları vefat günleri, işlerinin en yoğun olduğu zamanlardı. Ölüm
üzerine geniş bir edebiyat da geliştiren bu dilenciler, ıskatların (ölen kişi için
verilen sadaka) dağıtıldığı anları merakla beklerdi. ‘Kasideciler’, sesine
güvenen dilenciler arasından çıkardı. Bunlar, ezan vakitleri hüzünlü sesleriyle
insanı sadaka vermeye teşvik eden ilahi ve kasideler okuyarak sokak aralarında
dolanırdı. ‘Kabakçılar’, mevsimlik işçiler gibi çalışır, mayıs ayından kış
aylarına kadar dilenirdi. Kabakçı için kış mevsimi sefa sürme zamanıydı.
Dilenmeye başlayacakları 1 Mayıs günü büyük bir şenlik düzenler ve kabaklarıyla
sokakları dolanırlardı. Bir başka dilenci grubu olan ‘Sebilciler’, sebillerin
önünü mesken tutardı. Onlar için günlük su ihtiyacını temin etmek amacıyla her
gün su başına giden yüzlerce İstanbullu önemli bir kazanç kapısıydı.
Muharrem ayında
ortaya çıkan ‘Goygoycular’, İstanbul’da kendine yer bulan bir başka dilenci
grubu. Altışar kişilik gruplara ayrılan ve birbirlerini omuz başlarından
tutarak tek kol nizamında yürüyen goygoycular, başlarında yemeniden bir sarık,
sırtlarında bezden cübbe, ellerinde değnek ve omuzlarında biri önde biri arkada
iki ağızlı beyaz bez torbalarla gezerlerdi. Topladıkları erzak, Şehzade
Camii’ndeki karargâhta bir araya getirilirdi. Muharrem ayının 10. gününden
sonra sır olup giden bu dilenciler, o devrin çocukları için eğlence ve hareket
kaynağıydı.
Paris ve Londra’da nüfusun yüzde 10’u dilenci
Dilencilik 17.
ve 18. yüzyıllarda Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde büyük bir problemdi.
Örneğin Paris ve Londra’da nüfusun yaklaşık yüzde 10’u dilenciydi. Bu 50 bin
kişinin üzerinde bir rakama karşılık geliyor. Tarihî serencamına baktığımızda
Osmanlı İmparatorluğu’nda dilenci sayısının oldukça az olduğunu ve bu kişilerin
sistematik bir düzene sokulduğunu görüyoruz. Devlet, dilencilerin sayısını çok
düzgün bir şekilde takip ediyor ve artmasını önlemeye çalışıyordu. 1730’larda
imparatorluğun başkenti Dersaadet’te toplam 350 kadar dilenci vardı.
İstanbul’daki dilenci sayısının hayli düşük olması, gayrimüslim seyyahların
garibine gitmiş ki onlar da bu durumu sıkı bir şekilde takip etmiş. Gezginler,
Osmanlı topraklarındaki dilenci sayısının azlığını araştırdıklarında; halkın
ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılandığı meşhur vakıf sistemiyle
karşılaşmışlar. Müslüman ve gayrimüslim fark etmeksizin bütün nüfusa hizmet
eden bu uygulama sayesinde insanların aç ve düşkün olmadıklarını görmüşler.
Haliyle seyyahlar, böyle bir mekanizmanın işlediği bir toplumda insanları
dilenmeye itecek bir sebebin kalmayacağına kanaat getirmişler.
Notlar
Yazıyı
İngilizce okumak isteyenler şu linke bakabilir/Click the following link
to read the article in English
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder