İnsanın
inanmaya duyduğu ihtiyacı olanca sadeliğiyle beyazperdeye yansıtıyor Pi’nin
Yaşamı. Bu bakımdan ‘arayış’, filmi en iyi tarif eden kelime belki de.
İslam düşüncesinde yaratılışı
itibarıyla en mükemmel olan insan, aynı zamanda kıymet olarak da en değerli
varlık. Allah (cc) insanı, minyatür bir dünya olarak yaratmış. Fakat ona
atfedilen bu üstünlük ve değer, ancak gayesine uygun bir şekilde gerçekleştiği
takdirde bir anlam kazanıyor. Aksi takdirde onun, diğer mahlûkattan bir farkı
kalmadığı gibi onlardan daha da aşağıya inebiliyor. Bu senenin izlenmeye değer
yapımlarından biri de Pi’nin Yaşamı (Life of Pi). “Yukarıda söylenenlerin bu
filmle ne alakası var?” diyebilirsiniz. Aslında çok alakası var. Nedeni
açıklamadan önce, filmin hikâyesiyle ilgili birkaç kelam edelim dilerseniz.
Hindistan’da gayet rahat bir şekilde
çocukluğunu sürdürür Pi Patel. En büyük eğlencesi ise babasının hayvanat
bahçesinde zaman geçirmektir. Zaman ilerledikçe ülkenin ekonomik ve siyasî
ikliminde yaşanan değişimler, ailesiyle beraber göç etmesine sebep olur.
Hayvanat bahçesindeki tüm hayvanlar ile birlikte büyük bir gemiye doluşan Pi ve
ailesinin Hindistan’dan Pasifik’e uzanan yolculuğu da böylece başlamış olur.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz. Oldukça şiddetli bir tufan gelip o devasa
gemiyi batırır. Kazadan sadece Pi sağ çıkar. 15-16 yaşlarındaki Pi, bir zebra,
orangutan, çakal ve kaplan (nam-ı diğer Richard Parker) ile kendini bir
filikaya atarak kurtarır. Pasifik Okyanusu’nun ortasında birkaç hayvanla baş
başa kalan Pi, bir yandan yaşam mücadelesi verir, diğer yandan gerçek anlamda
yalnızlığın ne olduğunu anlar.
Bugün modern bilim, insanın biyolojik
ve psikolojik yapısı hakkında çok ileri bilgiye sahip. Fakat yine de bir şeyler
hâlâ eksik. Özellikle gelişmiş toplumlarda insanın; kendisi, evrendeki yeri ve
akıbetinin ne olacağı gibi birçok soruya cevap bulamaması ve büyük bir
yalnızlığa mahkûm olması bunun en büyük göstergesi. Bu noktada Pi’nin bir akşam
ailesiyle yemek yerken babasıyla aralarında geçen konuşma, önemli bir yaraya
parmak basıyor. Sahne şu; Pi’nin akşam yemeğine dua ederek başlaması, bilimsel
kurallara sıkı bir şekilde bağlı ve pozitivist olan babasının dikkatini çeker.
Bunun üzerine babası Pi’yi, bunları bırakıp reel düşünce ve bilimi öğrenmeye
davet eder. Pi ise direterek kendi yolunu kendi çizer. Günümüz insanının inanca
duyduğu açlığa oldukça etkili bir şekilde işaret eden bu sahne, Hz. İbrahim’in
(as) bıkmadan ve usanmadan kendisini Yaratan’ı bulmaya çalışırkenki arayış
sürecini akla getirmiyor mu sizce de?
Semboller okyanusunda hikmet arayışı
Filmin ikinci kısmında Pi’nin ailesiyle
çıktığı gemi yolculuğunda o devasa dalgalara maruz kaldıktan sonraki
yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Bu dakikadan sonra film, adeta bir semboller
denizi içerisinde yüzüyor. Bir filika ve içerisinde birkaç hayvanla beraber
açık denizde tek başına kalan genci artık daha zorlu bir sınav bekliyor. Bu
sınav içerisinde en zorlu kısım ise, filikada beraber yaşamak zorunda kaldığı
kaplanla yaşadıkları şüphesiz. Kaplanın kendisini öldürmemesi için büyük çaba
harcayan Pi, ilk olarak kendine ayrı bir sandal yapar. Bunun gibi daha birçok
önlem alır. Ama en sonunda kaplanı eğiterek onunla beraber yaşamayı öğrenir.
Eğer kaplanı bir sembol olarak düşünürsek, tereddütsüz akla gelen ilk şey, onu
‘Nefs-i Emmare’ ile özdeşleştirmek olacaktır. İnsan yalnız kaldığında, nefsinin
ona oynadığı oyunlar daha cazip gelir, onu ehlileştirmek zorlaşır. Fakat onu
eğitip, onunla birlikte yaşamayı öğrendiğinizde, hakikate ulaşma adına önemli
bir adım daha atmış olursunuz. Bu bakımdan kaplan, Pi’nin yaşam sınavında belki
de başrolü oynuyor. İmtihan onunla anlam kazanıyor bir bakıma.
Pi’nin hayat öyküsünde karşımıza çıkan
hakikat arayışı, inanmaya hasret bir kuşağın hikâyesini anlatıyor bize aslında.
Filmle bir nevi modern insanın, oradan oraya sürüklenen ruhuna merhem bulmaya
çalışması yansıtılıyor. Ve aramaktan vazgeçmeyenlerin kulağında, Beyazıt-ı
Bestami’nin şu deyişi çınlıyor: “Aramakla bulunmaz, ama bulanlar hep
arayanlardır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder