Sokakların
eski tadı yok, kaldırımlarda yürüyecek yer kalmamış, otomobillerin işgali
altında her yer. ‘Yaşanabilir sokaklar için kaldırımlar bizim olsun’ demek
gerekiyor en azından. Ve bunu diyen birileri var: Sokak Bizim gönüllüleri.
Sesleri henüz çok çıkmıyor belki ama umutları var…
“İnsanın vazifesi dünyayı
güzelleştirmektir. Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre mimarların
görevi dünyayı güzelleştirmek.” diyor bilge mimar Turgut Cansever. Apartmanlar,
binalar, sokaklar, mahalleler, kaldırımlar… Şehrin kimliği bu yapıların ardında
saklı. Lakin kent yaşamının can damarı olan sokaklar, uzun bir süredir insan
odaklı olmaktan uzaklaşıyor. İnsan yerine otomobiller hâkim sokaklara. Araçların
hükümranlığında geçen her gün ise şehrin sakinlerine çeşitli sıkıntılar
yaşatıyor. Sokak Bizim Derneği tam da bu sıkıntılara parmak basıyor, ‘sokaklar
kentin oturma odasıdır’ mottosuyla hareket ediyor.
Derneğin 50’ye yakın üyesi var
ve 2010’dan beri etkinliklerine devam ediyorlar. Tamamen gönüllülerden
oluşuyor. Neyi amaçlıyorlar peki? Derneğin kurucularından Arzu Erturan, daha
yaşanabilir bir şehir hayal ettiklerini, buna ulaşmak içinse ilk olarak
değişimin sokaklardan
başlaması gerektiğine inandıklarını söylüyor. Sokak, kentin en küçük parçası.
Onlar da bu yüzden ilk olarak ‘ayda bir sokak bizim’ projesiyle başlamışlar
işe. Yaşanabilir bir sokağın nasıl olması gerektiğini insanlara göstererek bir
farkındalık oluşturmaya çalışmışlar. Ayda bir gün herhangi bir sokağı trafiğe
kapatıp arabasız bir sokakta insanların gün içinde neler yapabileceğini görmeyi
ve göstermeyi amaçlamışlar. Bisikletliler, yayalar, engelliler, kısacası
herkes, yani sokağın gerçek sahipleri. Kimisi piknik yapmış kimisi gitar
çalmış, çocuklar ise dernek gönüllülerinin yere serdiği kâğıtlara
hayallerindeki sokağı çizmiş.
‘Biz yaptık oldu’ demekten
hoşlanmayan insanlardan oluşuyor dernek. Dolayısıyla tüm paydaşları, mahalleli,
belediyeler, sivil toplum kuruluşları vs. gibi farklı aktörleri bir araya
getirerek beraber çalışmaya özen gösteriyorlar. Otomobillere karşı biraz, hatta
bayağı bir mesafeliler. Özellikle İstanbul gibi tarihi bir şehirde bu kadar çok
taşıtın olması zorlarına gidiyor. Buradan yola çıkarak arabaların sokakta
kapladıkları yere dikkat çekmek amacıyla ‘yayaba’ diye bir etkinlik yapmışlar.
Su borularından bir araba iskeleti meydana getirmişler ve sokağa park edip
içine girmişler. O alanın içinde piknik yapmış, eğlenmiş, insanlara dertlerini
anlatmışlar. Sahici arabaların park ettikleri yerlerin arasına yayabalarını
park etmeleri insanların dikkatini çekmiş ve mevzuyu daha net anlamalarını
sağlamış.
Sahi,
‘Kaldırım Nerede?’
İlk olarak İstanbul’da
etkinliklerini gerçekleştiren dernek daha sonra ‘Kaldırım Nerede?’ projesiyle
başka şehirlere de el atmış. Nede olsa kaldırım
problemi İstanbul’a özgü değil, tüm Türkiye’de standartlar tutturulabilmiş
değil henüz. Bu projenin sokaklarda yürüyememe sorunundan ortaya çıktığını
söylüyor derneğin kurucularından Erman Topgül. Yayalara ayrılan tek yer
kaldırımlar sonuçta. Ama Türkiye’de kaldırımların pek çoğu ya standart dışı ya
da arabaların işgaline uğramış durumda. Engelli biri için büyük bir sınav.
Topgül, insanların bu zorlukları artık normal bir şeymiş gibi algıladığını ve
aslında bunun normal olmadığını vurgulamak istediklerinin altını çiziyor.
İnsanlara kaldırımın belli bir
standart ölçüsü olması gerektiğini benimsetebilmek içinse bir ‘kaldırım ölçer
bant’ yapmışlar. Bandın üzerinde 130 santimlik bir şablon bulunuyor. Minimum
kaldırım genişliğinin iki insanın yan yana rahatlıkla yürüyebileceği şekilde
olması gerektiğinden yola çıkmışlar ve ideal ölçünün 130 santim olduğu sonucuna
varmışlar. Topgül’ü dinleyelim: “İstedik ki insanlar bu bandı alsın ve
çevrelerindeki kaldırımlara uygulasın. Hâsılı kelam bantları dağıttık ve
insanlar sorunlu gördükleri yerlere bu bantları yapıştırıp fotoğrafını çekerek
sosyal medyada paylaştı. Çok fazla geri dönüş oldu ve bu bizi çok sevindirdi.
Bir havuz da oluşmuş oldu böylece.” Proje bununla da bitmemiş. ‘Kaldırım
Nerede?’ projesinin ikinci aşamasındaki hedeflerini şu sözlerle anlatıyor Arzu
Erturan: “İnsanlar bu sorunu fark etti ve bu durumdan mutsuz olduklarını dile
getirdi. Biz de vatandaşın bizlere gönderdiği fotoğrafları bir online harita
üzerine ekleyerek sorunlu yerleri toplu olarak belediyelere iletmek istiyoruz.”
İnsan odaklı bir düzen yok
Umutlular. İstanbul daha
yaşanabilir, sokakların gerçek sahiplerine teslim edildiği ve ulaşımın daha
sıkıntısız bir şekilde işlediği bir şehir olacak. Lakin bir zihniyet
değişikliğine ihtiyaç var. Kaldırımlardan tutun da sokaklara, apartmanlara
kadar hiçbir şeyin insan odaklı yapılmadığını söyleyen Erturan, genel olarak
sokakların otomobil odaklı tasarlandığını, yayaların güvenle yürüyebileceği
alanların ise ikinci plana atıldığını belirtiyor. Ulaşım için de aynı şey
geçerli. Sürdürülebilir ulaşım politikalarının uzun vadede ön planda olması
gerektiğini ve Avrupa’da bunun çok iyi örnekleri olduğunun altını çiziyor. Bu
yüzden Hollanda’nın bisiklet yollarını ya da Kopenhag’ın yaya yollarını bayıla
bayıla izlediklerini vurguluyor. Erturan’a göre, böyle bir hayali
gerçekleştirmemek için hiçbir sebebimiz yok, sadece bakış açısı ve önceliklerin
değişmesi gerekiyor.
Bakış açısı ve zihniyet
değişikliğinin ardından gelen çözüm önerisi ise bu şehrin otomobillerden
arındırılması gerektiği. Otomobilin en önemli kaynaklarından biri olan
Amerika’da bile otomobille ulaşımın en aza indirildiği, toplu taşıma, bisiklet
ve yaya yoluyla ulaşımın ön plana çıkarıldığı kentler tasarlanıyor artık.
Dünyanın gidişatı bu ama biz tam tersi yöne gidiyoruz Erturan ve Topgül’e göre:
“Aslında İstanbul, şehir olarak da bu kadar arabayı taşımaya uygun değil.
İstanbul tarihi bir kent ve burası için araba bir lüks. İnsanlar bu lüksten
vazgeçmek istemiyor ama bir yerden sonra vazgeçecekler, çünkü araba lüks
olmaktan çıkacak. Siz işinizden eve iki saatte geliyorsanız artık bu bir lüks
değildir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder