12 Şubat 2015 Perşembe

Sokaklar arabaların değil bizim

Sokakların eski tadı yok, kaldırımlarda yürüyecek yer kalmamış, otomobillerin işgali altında her yer. ‘Yaşanabilir sokaklar için kaldırımlar bizim olsun’ demek gerekiyor en azından. Ve bunu diyen birileri var: Sokak Bizim gönüllüleri. Sesleri henüz çok çıkmıyor belki ama umutları var…


“İnsanın vazifesi dünyayı güzelleştirmektir. Dünyaya en büyük müdahale yapılarla olduğuna göre mimarların görevi dünyayı güzelleştirmek.” diyor bilge mimar Turgut Cansever. Apartmanlar, binalar, sokaklar, mahalleler, kaldırımlar… Şehrin kimliği bu yapıların ardında saklı. Lakin kent yaşamının can damarı olan sokaklar, uzun bir süredir insan odaklı olmaktan uzaklaşıyor. İnsan yerine otomobiller hâkim sokaklara. Araçların hükümranlığında geçen her gün ise şehrin sakinlerine çeşitli sıkıntılar yaşatıyor. Sokak Bizim Derneği tam da bu sıkıntılara parmak basıyor, ‘sokaklar kentin oturma odasıdır’ mottosuyla hareket ediyor.

Derneğin 50’ye yakın üyesi var ve 2010’dan beri etkinliklerine devam ediyorlar. Tamamen gönüllülerden oluşuyor. Neyi amaçlıyorlar peki? Derneğin kurucularından Arzu Erturan, daha yaşanabilir bir şehir hayal ettiklerini, buna ulaşmak içinse ilk olarak değişimin sokaklardan başlaması gerektiğine inandıklarını söylüyor. Sokak, kentin en küçük parçası. Onlar da bu yüzden ilk olarak ‘ayda bir sokak bizim’ projesiyle başlamışlar işe. Yaşanabilir bir sokağın nasıl olması gerektiğini insanlara göstererek bir farkındalık oluşturmaya çalışmışlar. Ayda bir gün herhangi bir sokağı trafiğe kapatıp arabasız bir sokakta insanların gün içinde neler yapabileceğini görmeyi ve göstermeyi amaçlamışlar. Bisikletliler, yayalar, engelliler, kısacası herkes, yani sokağın gerçek sahipleri. Kimisi piknik yapmış kimisi gitar çalmış, çocuklar ise dernek gönüllülerinin yere serdiği kâğıtlara hayallerindeki sokağı çizmiş.

‘Biz yaptık oldu’ demekten hoşlanmayan insanlardan oluşuyor dernek. Dolayısıyla tüm paydaşları, mahalleli, belediyeler, sivil toplum kuruluşları vs. gibi farklı aktörleri bir araya getirerek beraber çalışmaya özen gösteriyorlar. Otomobillere karşı biraz, hatta bayağı bir mesafeliler. Özellikle İstanbul gibi tarihi bir şehirde bu kadar çok taşıtın olması zorlarına gidiyor. Buradan yola çıkarak arabaların sokakta kapladıkları yere dikkat çekmek amacıyla ‘yayaba’ diye bir etkinlik yapmışlar. Su borularından bir araba iskeleti meydana getirmişler ve sokağa park edip içine girmişler. O alanın içinde piknik yapmış, eğlenmiş, insanlara dertlerini anlatmışlar. Sahici arabaların park ettikleri yerlerin arasına yayabalarını park etmeleri insanların dikkatini çekmiş ve mevzuyu daha net anlamalarını sağlamış.

Sahi, ‘Kaldırım Nerede?’

İlk olarak İstanbul’da etkinliklerini gerçekleştiren dernek daha sonra ‘Kaldırım Nerede?’ projesiyle başka şehirlere de el atmış. Nede olsa kaldırım problemi İstanbul’a özgü değil, tüm Türkiye’de standartlar tutturulabilmiş değil henüz. Bu projenin sokaklarda yürüyememe sorunundan ortaya çıktığını söylüyor derneğin kurucularından Erman Topgül. Yayalara ayrılan tek yer kaldırımlar sonuçta. Ama Türkiye’de kaldırımların pek çoğu ya standart dışı ya da arabaların işgaline uğramış durumda. Engelli biri için büyük bir sınav. Topgül, insanların bu zorlukları artık normal bir şeymiş gibi algıladığını ve aslında bunun normal olmadığını vurgulamak istediklerinin altını çiziyor.


İnsanlara kaldırımın belli bir standart ölçüsü olması gerektiğini benimsetebilmek içinse bir ‘kaldırım ölçer bant’ yapmışlar. Bandın üzerinde 130 santimlik bir şablon bulunuyor. Minimum kaldırım genişliğinin iki insanın yan yana rahatlıkla yürüyebileceği şekilde olması gerektiğinden yola çıkmışlar ve ideal ölçünün 130 santim olduğu sonucuna varmışlar. Topgül’ü dinleyelim: “İstedik ki insanlar bu bandı alsın ve çevrelerindeki kaldırımlara uygulasın. Hâsılı kelam bantları dağıttık ve insanlar sorunlu gördükleri yerlere bu bantları yapıştırıp fotoğrafını çekerek sosyal medyada paylaştı. Çok fazla geri dönüş oldu ve bu bizi çok sevindirdi. Bir havuz da oluşmuş oldu böylece.” Proje bununla da bitmemiş. ‘Kaldırım Nerede?’ projesinin ikinci aşamasındaki hedeflerini şu sözlerle anlatıyor Arzu Erturan: “İnsanlar bu sorunu fark etti ve bu durumdan mutsuz olduklarını dile getirdi. Biz de vatandaşın bizlere gönderdiği fotoğrafları bir online harita üzerine ekleyerek sorunlu yerleri toplu olarak belediyelere iletmek istiyoruz.”

İnsan odaklı bir düzen yok

Umutlular. İstanbul daha yaşanabilir, sokakların gerçek sahiplerine teslim edildiği ve ulaşımın daha sıkıntısız bir şekilde işlediği bir şehir olacak. Lakin bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Kaldırımlardan tutun da sokaklara, apartmanlara kadar hiçbir şeyin insan odaklı yapılmadığını söyleyen Erturan, genel olarak sokakların otomobil odaklı tasarlandığını, yayaların güvenle yürüyebileceği alanların ise ikinci plana atıldığını belirtiyor. Ulaşım için de aynı şey geçerli. Sürdürülebilir ulaşım politikalarının uzun vadede ön planda olması gerektiğini ve Avrupa’da bunun çok iyi örnekleri olduğunun altını çiziyor. Bu yüzden Hollanda’nın bisiklet yollarını ya da Kopenhag’ın yaya yollarını bayıla bayıla izlediklerini vurguluyor. Erturan’a göre, böyle bir hayali gerçekleştirmemek için hiçbir sebebimiz yok, sadece bakış açısı ve önceliklerin değişmesi gerekiyor.

Bakış açısı ve zihniyet değişikliğinin ardından gelen çözüm önerisi ise bu şehrin otomobillerden arındırılması gerektiği. Otomobilin en önemli kaynaklarından biri olan Amerika’da bile otomobille ulaşımın en aza indirildiği, toplu taşıma, bisiklet ve yaya yoluyla ulaşımın ön plana çıkarıldığı kentler tasarlanıyor artık. Dünyanın gidişatı bu ama biz tam tersi yöne gidiyoruz Erturan ve Topgül’e göre: “Aslında İstanbul, şehir olarak da bu kadar arabayı taşımaya uygun değil. İstanbul tarihi bir kent ve burası için araba bir lüks. İnsanlar bu lüksten vazgeçmek istemiyor ama bir yerden sonra vazgeçecekler, çünkü araba lüks olmaktan çıkacak. Siz işinizden eve iki saatte geliyorsanız artık bu bir lüks değildir.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder