Son
yıllarda neredeyse oynadığı her karakterle izleyicinin kalbinde yer etti Zafer
Algöz. Kendisinin iki büyük tutkusu var şu hayatta. Biri mesleği olan
oyunculuk, diğeriyse ‘kara sevdası’ Beşiktaş. Oyunculuğa başladığı günlerden
Cem Yılmaz’a, büyük aşkı Beşiktaş’tan Süper Lig’e kadar diyeceği pek çok şey
olan usta oyuncu hakemlerden epey bir dertli.
Ne
yapıyorsunuz şu an?
Yeni bir sinema filmine
hazırlanıyoruz. Yine Cem Yılmaz’la beraber. Mart ayının sonlarında başlayacağız
çekimlere. Hazırlık aşamasındayız şimdi. Hikâye aşağı yukarı belli. ‘Beni Böyle
Sev’ dizisinde de devam ediyorum. Arada da acaba tiyatro yapabilir miyim diyerek
tiyatro projesi arıyorum.
Hokkabaz
ve G.O.R.A haricinde Cem Yılmaz’ın bütün filmlerinde yer aldınız. Aranız iyi
mi?
Gayet iyi. Çok sevdiğim ve
kıymet verdiğim bir kişi kendisi.
Nasıl
Cem Yılmaz ile çalışmak?
Nefis bir şey çünkü bence
Türkiye’nin bir numarası Cem Yılmaz. Yapmış olduğu işlerin hepsinde rakipsiz.
Senaryo yazma konusunda da çok kıymetli. Bir filmi tasarlarken insanların
kostümünden takacağı aksesuara kadar detaylara önem veren ve işinde son derece
titiz bir insan. Onunla çalışmak benim için çok büyük bir gurur. Her oyuncuya
da nasip olmasını isterim.
Pek
Yakında filminde canlandırdığınız Ahben karakteri de çok sevildi. Hatta
geçenlerde bir yorum okudum, “Cem Yılmaz filmleri artık Cem Yılmaz’sız bile
olur ama Zafer abisiz olmaz.” diyorlar.
(Gülüşmeler) Sağ olsunlar. Ama
işte bir rolü güzelleştiren de senaryo aslında. Eğer güzel bir senaryo olmazsa
oyuncu orada ne yapabilir ki? At ve jokey ilişkisi gibi. Çok iyi yazılması
lazım. Oyuncu da o rolün üstesinden iyi bir şekilde gelebiliyorsa işte o zaman
çok güzel bir şey çıkıyor ortaya. Cem de yazdığı rolü kimin oynayacağını ve
kapasitesini bildiği için ona göre yazıyor. E bizim de aramızda çok güzel bir
ilişki gelişti. Herkes birbirinin rollerine katkı yapıyor. Ozan’ın, Cem’in,
Özkan abinin rolü hakkında da fikir beyan edebiliyorum.
Ego
falan devreye giriyor mu hiç?
Yok canım, bizim aramızda ego
falan olmaz hiç. Bunu söylesem arkadaşım alınır mı, küser mi gibi şeyler yok
aramızda. İyi bir şey yapmak istiyorsanız biraz da mükemmeliyetçi davranmak lazım.
Biz eğer birbirimize karşı olumsuz şeyleri söyleyemeyeceksek o zaman yapmış
olduğunuz işin bir kıymeti yok.
Cem
Yılmaz ne zaman film çekse ardından hemen senaryo çalma muhabbeti de çıkıyor
bir yerlerden. Çekemiyorlar mı Yılmaz’ı?
Hayatında oturup bir mektup
yazmamış adam bile benim senaryomu çaldılar diyor. Ne senaryosu, sen bir tane
A4 kâğıda dilekçe yazamazsın. Pek Yakında filmi için de aynı söylentiler çıktı.
Yahu biz bu filmin senaryosunu aylarca çalıştık. Her çalışmamızda bir şeyler
ekleyip çıkardık. Hatta iş öyle bir aşamaya geldi ki, sonunda Yavuz Turgul ve
Şener abiyi bile çağırdık. Onlarla oturup senaryonun üzerine konuştuk, fikir
aldık. Sağ olsunlar, bizlere olumlu-olumsuz düşüncelerini söylediler.
HER
ŞEY KEMAL ABİNİN BİR ŞAKASIYMIŞ
İlk
diziniz ‘Saygılar Bizden’de Kemal Sunal ile birlikte rol almıştınız öyle değil
mi?
Hayatımda yaptığım ilk
televizyon dizisiydi. Rahmetli Kemal abinin de ilk televizyon dizisiymiş o.
Sadece Kemal abi değil, başka çok önemli oyuncular da gelip çalıştılar orada.
Yönetmen de Zeki Ökten’di zaten. İki yakın beraber çalıştık ama o
iki ayda Kemal abiden çok büyük yakınlık ve abilik gördüm. İki yılda
görebileceğim eğitimi iki ayda aldım ondan.
Unutamadığınız
bir anınız oldu mu kendisiyle?
Olmaz olur mu hiç. Orhan Çağman
vardı o zaman. Bizimkiler dizisinden hatırlarsın, ailenin reisi, yargıç olan
hani. Yapı itibarıyla büyüklerine her zaman saygılı olan bir insanım. Orhan abi
de yaşı itibarıyla hürmet gösterdiğim bir insandı ama her zaman beni
tersliyordu. Arada bir bana laf çakıyordu. Ben de ‘adam beni sevmedi’ herhalde
diye düşünüyordum. Bir gün sette fikrimi almak için bana da bir şey sordular,
ben de cevap verdim. Ardından Orhan abi köpürdü, ‘Herkes oyuncu olmaya başladı,
önüne gelen konuşuyor’ diye. Ben çok bozuldum tabii. Sonra Kemal abi güle güle
dışarı çıktı. Çağırdı beni, ‘Sen dedeye bozulma, seni galerici zannediyor’
dedi.
Nasıl?..
Sette ilk gün görmüş beni Orhan
abi. Sormuş, kim bu diye? Kemal abi de demiş ki, bunun oto galerisi var. Güya
Zeki Ökten’e demişim ki beni star yap, sana son model arabalar alacağım. Böyle
bir oyun yapmış Orhan abiye. Ara sıra yanıma gelirdi Orhan abi, işte BMW’nin şu
modeli kaç lira, şu araba ne kadar diye sorular sorardı (gülüşmeler).
Hayat
yoruyor mu sizi?
Yormaz olur mu, İstanbul yoruyor
insanı. Burayı bir kent olarak değil, ülke olarak görmek lazım. Yağmurda karda
hayatın hemen felç olduğu bir ülke. Her yer dağ taş inşaat. Kısacası hayat
değil, İstanbul yoruyor beni. Tamam, dünyanın en güzel şehri belki ama insanın
hayatını kolaylaştıracak altyapı ne yazık ki çok eksik İstanbul’da. Daha
yapılması gereken çok şey var diye düşünüyorum.
O
yorgunluk nasıl gidiyor peki?
Boş vaktim olursa spor
yapıyorum.
BEŞİKTAŞ’IN
ŞU ANKİ DURUMU BİR MUCİZE
Gelelim
en büyük aşkınız Beşiktaş’a. Nasıl açıklamak lazım bu sevdayı?
‘Kara sevda’ demek lazım
(gülüşmeler). Beşiktaş sevgisi çok farklı bir şey benim için. Hep söylüyorum,
dünyanın en büyük mahalle takımı Beşiktaş. Oyuncu karakteri ve taraftar profili
anlamında hakikaten incelenmesi gereken müthiş bir olgu diye düşünüyorum.
Bakın, Beşiktaş’a gönül veren insanların mutlaka bir özelliği vardır. Bir kere
acı çekmekten zevk alman lazım. Son saniye mucizeleri ve yıkılmalarına alışık
olman lazım. Mesela Beşiktaş’ın şu anda bulunduğu nokta bir mucize. Bu kadar büyük
borç batağından kurtulmaya çalışan bir kulüp. Stadı yok, parası yok, eldeki
mevcut on birin dışında takıma katkı yapabilecek yedek sayısı en fazla üç. 14
kişiyle bütün maçlarını deplasmanda oynayıp üstelik hem Fenerbahçe hem de
Galatasaray derbisinde kasıtlı olarak on kişi bırakılan bu takımın halen
zirvede olması bir mucize.
Stat
da sona yaklaşıyor artık...
Evet. Oradaki atmosfer de
muhteşem olacak. Yeni stadımızdaki bir maçta konuk takımın alacağı bir
beraberlik bile mucize olur. Çünkü yeni stadın yapısını ben biliyorum,
gladyatörlerin arenası gibi olacak orası. Müthiş bir akustik var. O akustiğin
nasıl olabileceğini rahmetli Süleyman abinin cenazesinde gördüm ben. Tüylerim
diken diken oldu.
Spor
yazıları da yazıyorsunuz sanırım. ‘Çizgilerin Efendisi’ başlıklı yazınızı
okudum geçenlerde. Baya sinirliydiniz...
Penaltı atılıyorsa senin
dikkatini vermen gereken nokta top penaltı noktasına koyuldu mu, penaltıyı kim
atıyor, kaleci çizgide duruyor mu? Ondan sonra yapacağın iş de topa vurulmadan
önce ceza sahası içine girmeyin diye oyuncuları uyarmak. Ama çizgiye 3 cm
bastın, yok 2 cm bastın deyip de kıl tüccarlığı yaparak oyuncuyu ikinci sarı
karttan attığın zaman senin art niyetli bir hakem olduğunu düşünürüm.
Cüneyt
Çakır’a da ateş püskürdünüz Galatasaray maçı için değil mi?
Bir oyuncunun etrafını beş kişi
sarmış, biri boğazını sıkıyor, biri arkadan parmağını uzatıyor. Sneijder de çok
iyi bir şekilde artistlik yapıp kendini yere attı. Hakem de tutup bizim adamı
attı dışarı. Bak mesela İngiltere’de futbola bayılıyorum. Herkes erkek gibi
oynuyor. Hakemler de çok gerekmedikçe atmıyorlar oyuncuyu dışarı. Bizim yerli
oyuncuların da büyük kısmı çok sahtekârlık yapıyor. Ayağı kırılmış gibi yerde
yatan vs. Yahu sen hiç Avrupa’da bir oyuncu yerde yatarken teknik direktörün
kenardan ‘yat yat’ diye işaret yaptığını gördün mü? Bizde var ama.
Çelme
mi takıyorlar yani Beşiktaş’a?
Aynen öyle. Ben yıllardır bunu
söylüyorum. Beşiktaş’ın ileriye doğru gidişini her zaman durdurmak istiyorlar.
Çünkü Türkiye’de büyük takım olarak Fenerbahçe ve Galatasaray’ın tek başına
kalmasını istiyorlar. Hep bu takımlar üzerinden zirve yarışını takip ettirelim
diyorlar. Bu iki takımın maçlarında bu kulüplerin camiasının baskıları altında
eğilip bükülen hakemler Beşiktaş’ın maçlarında birdenbire adalet dağıtan
adamlar olarak ortaya çıkıyorlar. Türkiye Futbol Federasyonu madem yabancı
sınırlamasını kaldırdı, o zaman hakemler de dışarıdan gelsin.