11 Ağustos 2015 Salı

Meth değil, kahve üretiyorlar!


Dizi veya film temalı kafelerin sayısı tüm dünyada çoğalmaya başladı. Moda'da açılan Walter's Coffee de bunlardan biri. Mekân, gelmiş geçmiş en iyi dizilerden olan ‘Breaking Bad' konseptini konuklarıyla buluşturuyor. Walter White hayranlarına duyurulur.


Az buçuk dizi kültürü olan birinin Walter White -namı diğer Heisenberg- ismini duymaması mümkün değil. Kült hale gelen Breaking Bad dizisinin efsane karakteri kendisi. Bu kadar çok hayran kitlesine sahip olan bir dizinin sadece dizi olarak kalması da beklenemezdi tabii. Yurtdışında bu diziden esinlenerek açılan pizzacılar ve lokantalar mevcuttu fakat bir kafe yoktu, ta ki Deniz Kosan düşünene kadar. Geçtiğimiz günlerde Kadıköy Moda'da Breaking Bad'in konseptine uygun olarak tasarladığı kafesini açtı Kosan. Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da ilk Breaking Bad temalı kafesi burası.


İçeri girdiğimizde kahvelerin, kimya laboratuvarlarından hatırlayacağımız beherlerde servis edildiğini görüyoruz. Bardak yerine deney tüpleri kullanılıyor. Duvarda kocaman bir periyodik tablo var, biraz değiştirilmiş olarak tabii. Dizide uyuşturucu üretilen büyük aletlerin olduğu oda gibi bir oda da var. Yanlış anlaşılmasın, bu odada sadece kahve üretiliyor. Herkesin buraya girmesi serbest. Sadece girmekle kalmıyor, sarı tulumlarınızı ve gaz maskenizi takıp birer Walter White ve Jesse Pinkman olabiliyorsunuz.


Sağda solda gördüğünüz ayrıntılarla dizinin atmosferini yakalamamanız mümkün değil. Kafenin sahibi Deniz Kosan'a ‘Neden Breaking Bad?' diye soruyoruz: “Breaking Bad'i çok seviyorum. Dizide kahveyle ilgili bir sahne vardı. ‘Kahve varken niye uyuşturucu yapıyoruz' repliğini çok beğenmiştim. Biz de oradan bir alıntı yapıp dizinin teması üzerinden bir kafe açmayı düşündük.” Kosan, aslında kafeyi ilk başta Brooklyn'de açmayı düşünmüş fakat yatırımcısı vazgeçince Türkiye'de açmaya karar vermiş. Fakat daha sonra burayı dünya çapında bir zincir haline getirmeyi düşünüyor, bunun için şimdiden çalışmalara başlamış bile.

Peki, telif hakkıyla ilgili bir sorun yaşadılar mı ya da herhangi bir izin alındı mı? Telif için herhangi biriyle irtibata geçilmemiş. Avukatları bu konuda kendilerine hiçbir sorun yaşanmayacağını belirtmiş çünkü diziden direkt olarak hiçbir şeyi almamışlar. Sadece esinlenme söz konusu. Mekânın tasarımında kullanılan dekorasyonlarda dizinin yasal haklarını ihmal etmemeye özen gösterdiklerini de belirtiyor Kosan. 


Dünyadaki ilk ‘Breaking Bad' temalı kafe
 
Yurtdışında Breaking Bad'den esinlenerek yapılmış başka bir kafe yok. Bu yönüyle sadece Türkiye'de değil, dünyada da bir ilk. Kafenin PR çalışmaları yurtdışında çok fazla yapılmış. Uluslararası medyada da kendine fazlaca yer bulmuş. İçeri girdiğinizde müşteri kitlesinin yaklaşık yüzde sekseninin turistlerden oluştuğunu görüyorsunuz. Dünyanın her yerinden Türkiye'yi ziyarete gelen Breaking Bad hayranları mutlaka Walter's Coffee'ye uğruyor. Bu durumun aslında bir de olumsuz yönü var Deniz Kosan'a göre. İstanbul'daki müdavimler, mekânın sürekli kalabalık olmasından biraz şikayetçi. Doğal olarak kendilerine has ve sessiz sakin bir mekân istiyorlar. Fakat turist akınına uğrayan kafe, onların bu isteklerini karşılayamıyor.


‘Diziyi baştan sona altı defa izledim'

Sıkı bir Breaking Bad hayranı mekânın sahibi Deniz Kosan. Aslında diziyi televizyonda yayınlanırken değil, bittikten sonra başlamış izlemeye. Aksi takdirde her bölümden sonra bir sonraki haftayı beklemeye kalbinin elvermeyeceğini söylüyor. Evde dizinin çeşit çeşit koleksiyonlarını biriktirmiş. En az altı defa da baştan sona izlemiş. Hâlâ da ara sıra açıp izliyormuş. Favori karakterini sorduğumuzdaysa aldığımız cevap şaşırtmıyor: Walter White. Henüz dizi ekibinden biriyle tanışmamış ama neden olmasın, diyor. Sahi, Walter White kafeyi ziyaret etse kötü mü olurdu?


Biteli iki sene oldu ama anısı hâlâ taze

Breaking Bad, toplamda beş sezon sürdü. Bu beş sene boyunca hayranları adeta ekranlara kilitlendi. Onlarca ödül kazandı. Konusu ise kısaca şöyle: Kanser hastası olduğunu öğrenen bir kimya öğretmeni, öldükten sonra ailesinin daha rahat geçinmesini sağlamak için uyuşturucu işine giriyor... İyiden kötüye evrilen karakter yapımları içinde kendisine en üst sıralarda yer bulan dizinin hayran sayısı ise milyonları aşıyor.



10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yabancılar şeytanla Türkler cinle korkutuyor

Hazır bu hafta bir bizden bir de yurtdışından iki korku filmi vizyona girmişken bir korku dosyası hazırlayalım dedik. Biz neler'den korkuyoruz, onlar neler'den korkuyor? Merak edenler, buyurunuz…


Uzun yıllar boyunca Türk sinemasında korku sektörü oldukça zayıf ve tekdüze bir şekilde ilerledi. Ta ki 2000'lere kadar. Milenyum çağına girerken korku filmleri de Türk sinemasında oldukça fazla örnekler vermeye başladı. Şu anda ise kendi kurallarını ortaya koyan ve bir endüstri olma yolunda hızla ilerleyen bir sektör var. 2014 yılında tam 10 tane korku filminin vizyona girmesi ve gişede yakaladığı başarı bunun en büyük göstergesi.

2004 yılında gösterime giren ‘Okul' ve hemen ardından gelen ‘Büyü' filmleriyle birlikte korku sineması canlanmaya başladı. Asıl yükseliş ise Hasan Karacadağ ve Alper Mestçi'nin filmleriyle gerçekleşti. 2006'da ‘Dabbe' ile seyirci karşısına çıkan Karacadağ, aldığı olumlu geri dönüş sonrası 2008'de ‘Semum' ve 2009'da ‘Dabbe 2' filmleriyle korku sinemasından kopmayacağını gösterdi. Mestçi ise 2007 yılında çektiği ‘Musallat' filmiyle sinemaseverleri tabiri caizse tırstırmayı başardı. Aslında Mestçi'nin filmi, Türk korku sinemasının gelecekteki kodlarını da tahmin etmemizi sağlayan bir filmdi. Dini motiflerin sonuna kadar başarıyla kullanıldığı film, gelecekte çekilecek korku filmlerine de bir nevi yol gösteriyordu. Ki filmin devamı olan ‘Musallat 2' 2011'de vizyona girdi. Peki, bizdeki korku filmleri diğer ülkelerin korku filmlerinden farklı mı? İnsanları korkutmak için öncelikli malzemeler neler? Biz nelerden korkuyoruz?


Neredeyse yüz yıllık bir korku sineması geçmişine sahip olan Amerika'yla kıyaslandığında doğal olarak arada birkaç gömleklik bir farkın olması normal. Teknolojinin sonuna kadar kullanılması ve efekt kullanımının fazlalığı izleyiciyi daha fazla beyazperdeye kilitliyor. Burada bütçe devreye giriyor lakin yüksek bütçeli filmlerin izleyiciyi daha çok korkutacağına ilişkin bir tespit yapmamız da mümkün değil. Geçtiğimiz yıllarda seri halinde çekilen ‘Paranormal Aktiviteler' filmleri, düşük bütçeli filmlerin de izleyiciyi korkutabileceğini gösterdi. Hatta ilk filmi 15 bin dolar gibi komik bir bütçeyle çekilmişti. Gişede yakaladığı hasılat ise 10 milyon doların üzerinde oldu.

Bizde cin, onlarda şeytan

Aslında her korku filmi biraz birbirine benzer, esinlenilen şeyler birbirini anımsatır. On yıllık bir süreçte Türk korku sinemasının ana damarını dinî motifler oluşturuyor. İslamî ve dinî unsurlar, cin ve cin çarpma vakaları, büyü, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden yola çıkarak çekilen filmler, senaryonun gerçek bir olaya dayanması ve kültürel anlatılar Türk korku sinemasının temel yapıtaşları. Amerikan kült korku filmleriyle kıyaslandığındaysa yine bir benzerlik ve etkileşim söz konusu. Gerilimi sağlayan ana unsur biz de genelde cin ve görünmeyen varlıklar olurken Amerikan filmlerinde cinin yerini şeytan alıyor. Bu esnada şöyle bir soru sorulabilir, onlarda şeytan bu kadar etkili bir motifken biz de neden değil? Cevap ise kültürel kodlar ve dinin kendisinde saklı.

Hıristiyanlıkta Tanrı ve şeytan, birbiriyle sürekli mücadele halinde olan iki varlık. Bu sebeple yeryüzünde iyinin ve kötünün savaşı daima sürer. İslam'da ise tam tersi bir durum söz konusu. Şeytan, Allah'ın yarattığı bir varlık ve insanlar için bir imtihan vesilesi. Bundan dolayı Batı'da olduğu gibi bu topraklarda şeytana büyük bir güç atfedilmez. Sonuçta o da Allah'ın yarattığı bir varlıktır. Bu sebeple Türk korku sinemasında Batı'dakinden farklı olarak şeytanın yerini cinler alır.

Her ülke aslında kendi kültürü, edebiyatı, dini ve sahip olduğu mistik ögelerden etkilenerek bir korku filmi geleneğine sahip oluyor. Batı ülkelerinde yıllarca böyleydi, bizde ise yeni yeni bu motifler beyazperdede kendine yer buluyor. Sahip olunan kültürün beyazperdeye yansıtılması tamam. Emekleme dönemini artık geride bırakan Türk korku sineması için asıl sınav ise bundan sonra başlayacak. Ne kadar başarılı yapımlar izleyeceğiz, bekleyip görelim…


Alper Mestçi: “Korku sineması, yönetmen sinemasıdır”

"Korku, komedi ya da dram fark etmez, her ülkede kültürel yapı filmlerin tarzını belirliyor. İngiliz komedi anlayışı bizimkinden ne kadar farklıysa, Fransız korku anlayışı da o kadar farklı. Bence en önemli faktör atmosfer yaratabilmek. Eğer atmosfer yaratamıyorsanız ne yaparsanız yapın korkutamazsınız. Seyirci ‘bir ay sonra bile aklıma gelince ürperdim' diyorsa bu o filmin başarısını gösteriyor. Korku sineması yönetmen sinemasıdır. Kendi tarzınız yoksa korku filminde başarılı olmanız çok zor. Biz fantastik şeylerden değil, daha çok inandığımız şeylerden korkuyoruz. Amerikalı, Türk ya da İspanyol bence hiçbir fark yok.

Onlarca korku filmi yapıldı ve cinler hepsinde başka bir şekilde anlatıldı. Yani dünya korku sinemasından çok farklı şeyler yapmıyoruz. Exorcist'de de anlatılan şeytan, Şeytanın Avukatı'nda da anlatılan şeytan. Fakat iki şeytan arasında büyük fark var. Filmde cin var diye filmlerin aynı olması gerekmiyor. Bizde Amerika'daki gibi süper kahraman filmleri tutsa ve yılda 5 süper kahraman filmi çekilse ‘Yine mi süper kahraman filmi?' diye sormaya başlarız."


Korku sinemasının ilkleri gişede ne yaptı?

Hasan Karacadağ'ın ilk korku filmi ‘Dabbe' 539 bin, ‘Semum' 334 bin, ‘Dabbe: Bir Cin Vakası' 370 bin ve ‘Dabbe: Zehr-i Cin' 836 bin kişi tarafından izlendi. Alper Mestçi'nin ‘Musallat'ı ise 301 bin kişiyi beyazperdeye çekti. Devam filmi olan ‘Musallat 2', 514 bin kişi tarafından izlendi. Kısacası korku sinemasındaki yükseliş yıllara oranla gişede de devam etti.